Sonunda lokomotifin kirli camlarından Haydarpaşa Garı gözükmüştü. Abisinin dükkanı gara çok yakındı. Bu yüzden gitmek zor olmazdı. Abisi Hikmet'i dükkana getirmesi için trenin varış saatinde çırağının garda bekleyeceğini söylemişti ancak Hikmet abisinin unutmuş olmasından endişeleniyordu. Zaten babası kaybolduktan sonra bir kere konuşabilmişlerdi, o da 1 hafta önceydi.
Lokomotif gara yavaş yavaş girmeye başladığında acı çığlıklar atmayı da ihmal etmemişti. Hikmet daha önce hiç lokomotife binmediğinden siren seslerini duyduğunda ürkünce, vagondakiler kahkahayı patlatmışlardı. Umursamaz gözükmeye çalışan Hikmet ne kadar çalışsa da kızarıklığı yüzünden atamamıştı.
"Lütfen abim çırağını görevlendirmeyi unutmamış olsun. Lütfen, lütfen..." diye söyleniyordu çünkü daha önce bırakın İstanbul'a gelmeyi, köyünün dışına adımını bile atmamıştı.
Sonunda tren durdu ve Hikmet ayaklarının uyuşukluğunun geçmesi için birkaç adım attı. Daha sonra da trenden inmek için koridorda sıraya giren kalabalığın arasında kendine bir yer edindi. Kıyafetleri eski olduğu için herkes Hikmet'i süzüyordu. Çok eski bir valizi vardı, zaten ona da birkaç parça giyecek koymuştu.İki kitabını ve babasının tek fotoğrafını da ceketinin cebine koymuştu...
Trenden dışarıya ilk adımını attığında yüzü burkuldu, kaburgalarının ciğerilerine battığını hissedebiliyordu. Birkaç yıl önce uyurken damdan düşüp göğsünü evlerinin arka bahçesindeki büyücek bir taşa çarpmıştı. Bu olaydan kimseye bahsetmemeye karar vermiş ama daha sonra çok pişman olmuştu. Ne var ki, iş işten geçmişti. "Ulen acaba Amerika'da da damdan düşenler var mıdır?" diye söylendi acı acı gülerek. Ona göre Amerika'yı çok büyütüyordu insanlar gözlerinde. Sonuçta o da sadece bir ülkeydi.
Daha sonrasında adımlarını sıklaştıran Hikmet, gar binasında girince ufak bir şok geçirdi. Hiç bu kadar büyüleyici bir bina görmemişti. Dışından masallardaki bir sarayı andıran garın içi de aynı dışı gibiydi. Hikmet garın kocaman saatine baktı ve içinden derin bir "Eyvah!" çekti; çünkü tren 15 dakika gecikmişti! Kara trendi bu, gecikecekti tabii... Abisinin çırağı beklemeyi bırakıp gitmiş miydi acaba? Bunları düşünürken koluna giren bir adam onu sürüklemeye başlamıştı. "Ne yapıyorsun ulen?!" diye bağırmaktan kendini alamadı Hikmet. Koluna giren adam "Şşşt. Lütfen sesinizi alçaltın. Herkes bize bakıyor. Ben abinizin şoförüyüm Hikmet Bey, müsaade ederseniz size biraz İstanbul'u gezdireceğim." dedi alçak bir sesle. Hikmet başıyla onayladı ama içinde çok garip düşünceler vardı: "Abisinin özel bir şoförü mü vardı? Eğer özel bir şoforü varsa, abisinin bahsettiği küçük dükkandan nasıl bu kadar zengin olabilmişti? Şoför neden ona 'Bey' diye hitap etmişti?" Bunları daha sonra düşünmek üzere aklının bir kenarına yazdı çünkü otomobilin yanına gelmişlerdi. Hikmet otomobili görünce iyicene şaşırdı çünkü hayatında daha önce böylesine lüks bir otomobil görmemişti. Garın etrafındaki otomobiller bile bununla kıyaslanamazdı. Şoför nazikçe kapıyı açıp Hikmet'i içeriye alınca otomobili çalıştırdı...
Otomobil çok lüks ve konforluydu, öyle ki Hikmet az daha deri koltuklarda sızıp kalcaktı. Her şey şimdiye kadar mükemmel gitmişti, "Umarım böyle devam eder." diye düşündü Hikmet. Etrafı hayranlıkla izleyen Hikmet'in gözü otomobilin direksiyonundaki büyücek yazıya takıldı. Direksiyonda "Cadillac 1940s" yazıyordu. Hikmet hâliyle bu kelimeyi telaffuz edemedi ama bunun üzerinde de durmadı. Birden şoföre "Bu otomobil ne kadar eder?" diye sordu. Böyle bir soruyu beklemediği için afallayan şoför, gülümseyerek "Çok eder." dedi. "Ne kadar mesela?" diyerek konuşmayı sürdürmekte ısrar eden Hikmet, sorusuna "Birkaç apartman dairesi fiyatı kadar sanırım." cevabını alınca az daha küçük dilini yutacaktı. Ve tekrar o soru, başka bir soruyla birlikte aklına geldi: "Abisi nasıl bu kadar zengin olabilmişti? Abisi neler karıştırıyordu?". Ama Hikmet bunun da üzerinde durmadı ve etrafı hayranlıkla izlemeye devam etti...
Dükkanın önünde durduklarında Hikmet şoföre teşekkür etti. Hikmet'in önünde saygıyla eğilen şoför "Emrinizdeyim! Abiniz depoda olacaktır." dedikten sonra otomobiliyle ilgilenmeye başladı. Hikmet başıyla onayladıktan sonra yavaşça dükkana girdi. Gerçekten burası abisinin dediği kadar küçük ve köhneydi. Yavaşça depoya ilerlerken bir anda durdu. Abisini yıllardır görmüyordu, Murat abisini... Acaba tanıyabilecek miydi? O, bunları düşünürken depodan bir gürültü yükseldi. İki kişinin hararetli ve gürültülü bir şekilde konuştuklarını duyabiliyordu. Meselenin derin olduğu belliydi. Ama Hikmet meakına yenik düştü.
Ve, kapıyı çaldı...
-----------------(#.#)-----------------
Arkadaşlar sizler okurken aynı zamanda eğlenesiniz diye elimden geleni yapıyorum. Lütfen siz de hikayeme destek olmak adına görüşlerinizi ve oylarınızı esirgemeyin. Lütfen, zor bir şey değil zaten :(. Eğer hikayemi okuyan birileri varsa, iyi ki varsınız :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
Ficción GeneralKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...