Cızırdayan radyonun sesiyle uyandı. Uykusunda kabus üstüne kabus görmüş, defalarca uyanmıştı. İstanbul'a gelişinin henüz 3. haftasıydı ancak sanki geldiğinden beri hayatı yüz seksen derece ters dönmüştü. Son iki haftadan beri her gece garip rüyalar görüyor, uykusunda defalarca uyanıyor ve her seferinde kaç saat uyursa uyusun yorgun uyanıyordu.
Bir anda gözü radyoya kaydı. Çok eski ve kullanışsız duruyordu. Üzerinde metrelerce uzanan bir anteni olduğu hâlde çekim gücü çok zayıftı. Bu zayıf çekim gücünden sıyrılıp da çıkmayı başaran sesler odayı dolduruyordu:
"Nazi Al-yası Avrupa'daki ilerleyişini hız kesm- sürdür-. Fransa- savaş dışı eden Nazilerin yeni -fi Sovyet Rus-. Devletimiz de ol- bir saldırıya k-şı tedbirini almaktadır. Şim- iyi günler."
Bu cızırtılara ve kesintilere iyice sinirlendi, radyoyu kapattı. Herkesin savaştan konuşmasını aklı almıyordu. Sanki herkesin tek meşguliyeti savaştı. Bıraksınlar, savaşı askerler ve politikacılar konuşsunlardı ona göre.
Tekrar yatağına uzanmak için bir hamle yaptığı sırada aklına bir şey geldi. Haftalardır bu şehirdeydi ve tek başına hiç gezintiye çıkmamıştı. Sadece bir keresinde ilk geldiği gün abisi onu gezdirmişti, bir keresinde de yine abisiyle iki sokak ötedeki toptancıya gitmişlerdi. İstanbul'u hiç bilmiyordu belki ama yine de en azından dükkandan Kadıköy Rıhtımı'na kadar yürüyebilirdi.
Üstüne başına bir şeyler almak için karyolasının yanı başındaki iki kapılı, gri renkteki dolabı açtı. Abisi, geldiği gün buradan istediği şeyi giyebileceğini söylemişti. Nasıl olsa ikisinin de beden ölçüleri çok yakındı. Üzerine bir şeyler giyinip sarhoş adamla yaşadığı olaydan sonra abisinin yanında bulundurmasını tembihlediği küçük ama bir o kadar da keskin çakıyı alıp sokağa adımını attı.
Cüzdanındaki çakıyı ne diye ona vermişti ki abisi, o olay sadece bir istisnaydı -en azından abisi öyle söylemişti-. Hem Hikmet dövüş, kavga etmeyi de bilmezdi ki. Hayatı boyunca hiç kimseye vurmamıştı hatta kimseyle herhangi bir husumet bile yaşamamıştı. Bu şehirde yaşadığı o gürültülü geceyi saymazsa, hayatında yaşadığı en büyük macera Sivas'ta işinden arta kalan zamanda sapanla kuş korkutmak veya kuş avlamaktı.
İşte o anda aklına memleketi geldi, geride bıraktığı ve bir daha aklına bile getirmek istemediği, küçüklük ve gençlik hayallerini, acılarını, anılarını taşıyan memleketi. Aklına getirmek istememişti gerçi ama gelmişti bir kere, şimdi istese de çıkaramazdı hatıraları aklından...
----------------------------------------------
-FLASHBACK- Yıl: 1934
"Baba, babacığım! Kasabada yeni bir mektep açılırmış! Ben de gidem mi?""Otur oturduğun yerde eşşoğlueşşek, ne mektebi?! Sen baban gibi büyüyüp çiftçi olacaksın."
"Ama baba ben de yurdun kurtarıcısı gibi, Gazi Paşa gibi olmak istiyem. Olamaz mıyım?"
Kısacık bir gülüşle, "Güldürme beni Hikmet Efendi, Gazi Paşa kim, sen kim! Haydi gel otur kucağıma da yemek yiyelim birlikte."
----------------------------------------------
Hikmet hayatı boyunca babasına bir nebze kırgın ve kızgın kalacaktı, çünkü onu okutmamıştı. Hikmet ne kadar diretirse diretsin, babası her zaman karşı çıkardı ancak hiçbir zaman bu yüzden Hikmet'e sert davranmaz hatta daha da yumuşardı. Fakat Hikmet inat etmiş, yine de babasından gizlice arkadaşları sayesinde okumayı öğrenmişti. Bu sayede arkadaşlarının eski ve artık kullanmadıkları kitaplarını alır ve defalarca hiç sıkılmadan okuyarak yepyeni şeyler öğrenirdi.Annesini hiçbir zaman görmemiş ve tanımamış olması nedeniyle kendisine hem analık hem de babalık yapmış babasını hep özler ve sevgiyle anardı. Belki de hiçbir zaman babasının yaşayıp yaşamadığını, hayattaysa nerede, ne yaptığını bilemeyecekti ama çok iyi bildiği bir şey vardı. Babası çok iyi bir adamdı...
Tam gözleri dolmuş, yaşlar süzülmeye başlayacaktı ki; kendine hakim oldu ve yürümeye adımlarını sıklaştırarak devam etti.
Sokaklardan yokuş aşağı inerken birden İstanbul'da ilk geldiği yeri anımsadı. Burası o depoydu. İçinde birkaç koltuk ve kulpunun ortasında yeşil bir kakma taş olan çekmeceli masadan başka bir şey bulundurmayan depoydu. Kapısı aralıktı ve içeriden sanki bir yere teslimat yapılıyormuşçasına kutu ve kasa indirme-kaldırma sesleri geliyordu. İçeriye girmeye yeltenmişti ki, korkaklığına yenik düştü ve yokuşlardan aşağı inmeye devam etti.
Saatlerce sahilde yürüdü, kayalara oturdu, simitler alıp martıları besledi Hikmet. Hava kararmaya başlamıştı ki, dükkana dönmeye karar verdi. Daha bu sabah keşfettiği ve dükkanla rıhtım arasındaki mesafeyi en az bir saat azaltan dar ara yola girdi. Ara yolu aydınlatan lamba sayısı yok denecek kadar azdı ve olanların çoğusu da bozuktu. Bu ara yola bakan evlerin camlarından sızan loş ve güçsüz ışık da olmasa ara yolun tamamına yakını karanlık denebilirdi. Bu kestirmeyi seçtiğine bin pişman olmuştu Hikmet ancak geriye dönemeyeceği kadar çok mesafe katetmişti. Adımlarını iyice sıklaştırarak yoluna devam etti.
Korkuyla yoluna devam ederken ara yolun sağ tarafındaki, çalışan tek tük sokak lambalarının tam da aydınlattığı ve hiçbir kullanılan evin ya da dükkanın olmadığı yerden inlemeler ve çığlıklar yükseliyordu. Hikmet sesleri duyduğu an bir çöp konteynırının arkasına saklandı ve olanları görmeye çalıştı.
Abisininkine benzeyen siyah bir arabanın sürücü koltuğunda siyah giyimli bir adam sigara içip etrafı gözlerken, arabanın hemen yanında siyah takım elbiseli bir adam da elindeki kalınca sopayla yerde yatan 4 kişiye vuruyordu. Yerlere saçılmış poşetler, meyve sebze fileleri Hikmet'in dikkatini çekti. Belli ki yerde dövülen insanlar masum, siyah giyimli adamlar da gaspçılardı. Belki de Hikmet için abisinin verdiği çakıyı kullanmanın ve bu masum insanları kurtarmanın tam sırasıydı.
Hayır, Hikmet buna cesaret edemezdi. Cesur değildi o, korkaktı. Hem de çok. Bunu o da biliyordu, ne kadar istemese de. Gözünden sel gibi yaşlar boşanırken en karanlık ve kuytu yerlerden yürümeye devam etti...
----------------------------------------------
Evet arkadaşlar, yeni bir bölümle sizlerleyim. Lütfen yorum ve eleştirilerinizi esirgemeyin. Sağlıcakla kalın, bol wattpad'li günler...
Bu arada son 2 günde 180 okumadan 450 okunmaya ulaştık. Çok teşekkürler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
General FictionKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...