Ve kapıyı çaldı...
-----------------------------------------------
Kapıyı çalmıştı çalmasına ama içeriden gelen hararetli konuşmalar ve gürültüler bir türlü dinmiyordu. "Bir kere daha çalsam mı kapıyı?" diye düşündü ama iyiden iyiye meraklandığıı için sabredemedi ve kapıyı açarak depoya adımını attı...
Kapının açıldığını zor bela duyan Murat, hemen gözünü ayak seslerinin geldiği noktaya doğrulttu ve 1.70 boylarında, iri, üzerindeki eski püskü bir ceketi ve küçük tahta bir valizinden başka bir şeyi olmayan bir adam gördü. Kaygılanan Murat, elindeki pompalı tüfeği tanımadığı bu adamın üzerine doğrulttu ve "Kimsin ve neden buraya geldin?" diye bağırdı. Yaşadığı bu olaydan dolayı şoka giren Hikmet elinden valizini bile düşürmüştü. "B-b-ben sadece abime bakıyordum. Mu-Murat Özdoğan!" diyebildi sadece. Bir anda gözleri parıldayan Murat "Oo, kardeşim Hikmet gelmiş!" dedi ve elindeki tüfeği yanındaki arkadaşına verip, koşarak Hikmet'e sarıldı. "Erkencisin, yoksa şoförüm seni iyi gezdirmedi mi?" dedi alaycı bir kızgınlıkla. "Hayatımın en iyi gezisini yaptırdı şoförün bana!" diyerek gülmeye başladı Hikmet. Abisini özlemişti, abisi de onu. "Sen niye ayakta kaldın bakayım? Geç şöyle otur yanımıza! Tanıştırayım, bu Rıfat abin. Kendisi benim can dostumdur. Senin de ikinci abin olacak bundan sonra." diyerek Hikmet'i koltuğa oturtan Murat, yan dükkandan soğuk bir şeyler almaya gitti. Rıfat da, Hikmet'le aynı yerde olmaktan rahatsız oluyormuşçasına peşisıra Murat'ı takibe gitti, Hikmet depoda yalnız kalmıştı...
Bu durumu fırsat bilen Hikmet, gördüğü ilk andan beri garip bulduğu bu depoyu araştırmaya başladı. Gözüne ilk çarpan şey elbette ki koyu kahverengi küçük masanın üzerinde duran avcı tüfeğiydi. Abisinin silahlarla ilgilendiğini bilmiyordu, sadece küçükken birlikte oynadıkları köyde sapanla kuş vurma oyunlarını hatırlıyordu. Tüfeğe biraz daha dikkatli bakınca üzerinde gümüşi harflerle yazılı "Remington" kelimesini gördü. Kelimenin yanında büyükçe bir bayrak vardı ama Hikmet hangi ülkenin bayrağı olduğunu bilmiyordu. Bunu biraz daha düşününce gözleri buğulandı, geçmişini hatırladı. Okumayı çok istemişti ama tüm yaşıtları ellerinde çantayla evlerine dönerken o hep elinde orakla, kürekle evine dönmek zorunda kalmıştı. Tam göz pınarları akmaya başlayacakken düşüncelerinden sıyrıldı ve depoya göz atmaya devam etti. Pek bir farklılık yoktu aslında depoda. Bir an için gözüne masanın çekmecesi çarptı. İçinden bir ses, orada önemli şeyler olduğunu söylüyordu. Çekmece de bu hissi kanıtlar gibiydi. Kenar ve köşeleri desenli, kulpu da altındandı. Kulpunun ortasına parlak yeşil bir taş vardı. Ve her şey bir anda olup bitmişti: Hikmet çekmeceyi açmış, içindeki zarfı bulmuş, onu da açarak içindeki kanlı bıçağı görmüştü. Kendini çığlık atmaktan son anda kurtaran Hikmet, elinde bıçakla kalakalmıştı. Bıçağa ve zarfa iyice bakan Hikmet zarfta yazan "Görev Eşyası" yazısını gördü. "Aman Allah'ım ne görevi?" dedi kendi kendine ve aynı hızla her şeyi eski yerine koyup, son on beş dakikada yaşadığı bu olayları düşünmeye verdi kendini...
"Hikmet! Hey Hikmet! Hay Allah, uyuyakalmış çocuk. Kardeşim sana diyorum!". Bunları duyan Hikmet yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Abisiydi seslenen. Elinde iki şişe gazozla bekliyordu kardeşinin ayılmasını. "Özür dilerim, uyuyakalmışım" dedi Hikmet uyku mahmurluğuyla. Abisi sırtına bir şaplak attı ve "Rica ederim koçum, uzun yoldan geldin. Tabi ki uyuyabilirsin." dedi. İkili gazozlarını yudumlayarak derin bir konuşmaya daldılar. Hikmet, ne Rıfat'ın gittiğinin ne de biraz önce yaşadıklarının farkına varmıştı...
İyice özlem giderdikten sonra dükkanın önündeki sandalyelere kurulan abi kardeş, yoldan gelip geçenleri izliyordu. Burası işlek bir cadde olmalıydı. Siyah Cadillac dükkanın önündeydi ama şoför ortalarda gözükmüyordu. Sessizliği bozan Murat "Eee kardeşim, yoldan geldin. Yorulduysan, sana odanı göstereyim. Haa, yorulmadım diyorsan yardım da edebilirsin." dedi güleç bir şekilde. "Yorulmadım abi. Ne istersen yaparım." diyerek cevapsız bırakmadı abisinin sorusunu Hikmet. "Gel o zaman, dövlete -bu kelimeyi bastırmış ve alaylı söylemişti- borcumuzu ödemeliyiz." dedi. Keyfinin kaçtığı belliydi ama o bunu sorun etmeden devam etti: "Hem şoförün sana gezdirmediği yerleri de gezeriz.". "Peki abi." diyerek kestirip attı Hikmet. Yerlerinden kalkıp, yavaşça otomobile doğru yürüdüler...
İkili Moda'ya doğru yol alırken, yine uzun bir sessizlik çökmüştü. Hikmet büyük bir hayranlıkla etrafı seyrediyordu, ara sıra bazı binaların önünde çeşit çeşit bayraklar görüyordu ve bu bayrakların ne olduğunu öğreneceğine kendi kendine söz veriyordu her görüşünde. Bir anda radyodan çok güzel ama bir o kadar da Hikmet'e garip ve yabancı gelen bir şarkı çalmaya başladı. Sessizliği bozmak için "Abi bu ne şarkısı böyle? Daha önce hiç duymamıştım." dedi. Abisi de yarım yamalak İniglizcesiyle "Koçum bu Amerikan şarkısıdır. Amerikanlar hep böyle şarkılar dinliyor, türkü mürkü onlarda ne gezer... Bak mesela, bu Bili Holidey - Sıtranç Fürüit." dedi. "İngilizcesi var da gururlanıyor piç." diye düşündü neşeli bir şekilde...
Biraz daha yol aldıktan sonra ara sokaklardan geçmeye başlamışlardı. Buralar, geçtikleri yerlerin aksine her türlü pisliği barındırıyor gibiydi. "Garipliğin Başkenti" diye düşündü Hikmet. Biraz sesli düşünmüş olacak ki, "Efendim, bir şey mi dedin Hikmet?" dedi Murat şaşkınlıkla. Bir anda istemsizce "Abi sen bu otomobili alacak parayı bu küçük dükkandan nasıl çıkardın?" dedi. Murat'ın ağzı bir karış açılmıştı, Hikmet'in de öyle. Bunu sorduğuna inanamıyordu çünkü istemli olarak sormamıştı! Murat şaşkınlığını ve endişesini gizlemeye çalışarak "Bir çiftlik işine girdiydim de, oradan kazandım." dedi ve devam etti: "Hem sen bu otomobilin ne kadar ettiğini nereden biliyorsun ki?" diye yarı kaygılı yarı kızgın bir soru yöneltti. "Hiç, pahalıya benziyor." diyerek geçiştirdi Hikmet...
Şehirdeki işler de hallolduktan sonra Murat, Hikmet'i odasına getirmişti. Odası dükkanın üst katındaki küçük, loş bir yerdi. İçinde sandalye, masa, radyo ve karyoladan başka bir şey yoktu. "Dükkan geceleri sana ait koçum." diyerek söze girdi Murat. "Sen nerede kalacaksın?" dedi meraklı bİr şekilde Hikmet. "Sana bahsetiğim çiftlik vardı ya, onun yakınında bir yerlerde..." diyerek kısa kesti Murat. Ortadaki gerginliği dağıtmak için "Tüfeğin de çok güzelmiş, üzerindeki bayrak da neyin nesi?" dedi Hikmet. Murat beklemediği bu söz karşısında ensesini kaşıdı ve "Ava çıkacağız da o yüzden aldım, o da Amerikan bayrağı." dedi. Vay be, demek Hikmet'in insanların abarttığını düşündüğü Amerika'nın bayrağı oydu. "Tamam." dedi Hikmet...
Bugünü asla unutamayacak gibi geliyordu Hikmet'e. Ama bilmiyordu ki, bu yaşadıkları yaşayacaklarının yanında hiçbir şeydi. Dükkanın kapısı çılgınca çalınmaya başladığında Hikmet çoktan gözlerini yummuştu...
----------------(#.#)----------------
Arkadaşlar, lütfen görüşlerinizi esirgemeyin. Ve lütfen oy verin ki hikayemin okunduğunu göreyim. Gerçekten zor bir şey değil, sadece yıldıza dokunacaksınız :) Hikayemi okuduğunuz için teşekkürler :)
Multimedya: Remington avcı tüfeği ve "Görev Eşyası"
Multimedya 2: Radyoda çalan müzik
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiyen Hayatlar #Wattys2015
General FictionKoşuyordu, deli gibi koşuyordu. Kimden veya neden kaçtığını bilmeden koşuyordu. Sağanak yağmura aldırmadan koşuyordu. Delirmişti. Sigarası da bitmişti. Sigarası olsaydı böyle nedensizce koşmazdı belki. Bunları düşünmeye vakti yoktu, koşmaya devam et...