Beni bu karanlık denizde bırakma.

48 7 1
                                    

Dibini göremediğim bir kuyuya düşmekteydim, bana eşlik eden yalnızca uçsuz bucaksız karanlık.

Yalnızdım, yapayalnız. Ayak bastığım hiçbir yer ait değilmişim gibi boğazımı yakan histen kurtulamazken her şeyin ve herkesin fazlasıyla yabancı geliyor olmasına karşı koyamıyordum; hayatımın çoğunu midemdeki bir yumrukla geçirdim. Hiç Güneş'i doğmayacak bir gezegende geceye hâpis kalmışcasına kapkaranlıktı içim; soğuk ve siyah. Bir el uzansın istiyordum. Tüm yalnızlığıma ve sürekli kanayan yaralarıma merhem olabilecek bir el istiyordum; başımı sokabileceğim, evim diyebileceğim bir yer sadece. En saklı bölgelerin kuytu köşelerinde kimsenin keşfedemediği bir deniz gibi içime huzur dolduran kokusunu, görüntüsünü, parmaklarımın arasından kayıp giden buz gibi suyun hissiyatını arıyordum, ben onu arıyordum. Gölgelerin düştüğü, gecenin kıskandığı simsiyah gözlerinin içinde kaybolduğum tilkimi arıyordum. Kim bir insana, yüzünü unutabilecek kadar uzun bir müddet görmediği hâlde âşık olabilirdi; kim böylesine bir acıyı silemezdi?

Jeon Jeongguk; acılarımın, âşkımın, yalnızlığımın, hatıralarda darmadağın bir enkâz olan çocukluğumun sorumlusu. O, her şeyin sorumlusu.

Karşımda oturmuş, onun âksine bal sarısı irislere sahiplik yapan yaşlı kadın, sorduğum soruya karşılık bunu bekliyormuşcasına nefes verir gibi gülerek sırtını ahşap, eskimeye yüz tutmuş sandalyeye yaslarken mayhoş bakışlarını üzerimden çekmiyordu; neye bakıyordu öyle, hayatını mahvederek elinden aldığı çocuğunun, sevdiğine mi? Soğumuş yüreğinde tek bir noktanın bile acıma duygusu barındırmadığına yemin edebilirken yalancı hüznüne, ben bu yaşımda kanacak değildim.

"Âh-vâh, çok oldu gideli değil mi Taehyung? İnan ki ben ona çok söyledim gitme yapma, diye; o zamanlar sen çok küçüktün, üzülür dedim de aldırmadı. Beni de ezdi gitti eşyalarını toplar toplama-" Duydukları karşısında neredeyse iri iri olan gözlerimle birlikte anlamlandıramadığım kadının sözlerinin, yarım kalmasına sebep olan bağırışım çok geçmeden susturmuştu. "Yeter! Sizin yalanlarınıza benden inanmamı beklemeyin Bayan Mary, 9 yıl önceki çocuk değilim ben. Her şeyi biliyorum. Jeongguk şimdiye reşit olmuştur ve yetimhânedeki süresi doldu, neden gelmiyor? Saçmalıklarınıza bir son verip benimle açık açık konuşun, âksi tâkdirde sizi çocuk istismarcılığından ve şiddetten içeriye tıkmam ârzu edersiniz ki zor olmayacaktır. Sabrımı sınamaya kalkmayın."

Yeni boyattığı belli olan kıvırcık siyah saçlarını, elinin tersiyle geriye doğru düzenleyip yerinde rahatsızca kıpırdandığında kazandığım zâferin farkına vararak hafifçe dudaklarımın, yukarıya kıvrılmasına engel olamamıştım. Son cümlelerime doğru aklıma gelen Namjoon hyun ile dolayısıyla tükenmek bilmeyen bir özgüvenim vardı, ne olursa olsun arkamda duracağını biliyordum; bu konuşmamı duysaydı şâyet gururlanacağından da emindim. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" İfâdemi bozmadan dirseklerimi masanın üstüne yaslayarak ellerimi önümde birleştirdiğimde, artık yaşlı kadının üzerine eğiliyordum; avının boğazını kopartmak için yanaşan bir aslan gibi acımasızdı maviliklerim. "Size bir seçenek sundum yalnızca." Kulağına fısıldarcasına konuşarak yeniden, daha önce gelmediğimden fazlasıyla pişman hissettim cafénin klasik, yumuşak sandalyesine kurulduğumda soğumuş olan kahveden bir yudum almıştım.

"En son gördüğümde yetimhâneden çıkıyordu, nereye gideceğini sorduğumda ise Japonya'ya yerleşeceğinden bâhsetmişti. Üzerinden 6 yıl geçti Taehyung, onu hiç görmedim. Babasının yanına gitmiş olabilir ama uzun süre kalamaz o orada, bizimle tüm bağını kesti. İsteseydi gelirdi biliyorsun, demek ki istemiyor. Sen de kendi yoluna bak artık Taehyung, o herif kimseyi düşünmeyen bencil biriydi. Hayatını yaşa, unut gitsin."

Ondan bâhsederken bile gözlerim doluyorken ilk defa karşılaştığım gerçeklerle birlikte olduğum yerde gök üzerime yarılıp düşmüştü sanki; nefes alamadığımı hissetmiştim. Hâlimi görmüş olacak ki Mary, kafasını iki yana sallayarak kahvelerin parasını ödeyerek çıktığında artık gözyaşlarımın elmacık kemiklerimden çeneme sürdürdüğü yolun ıslanmasını durdurmamıştım; ne kadar süre ağladım bilmiyorum fakat artık çalışanlardan birinin omuzuma dokunup "Kapatıyoruz." dediğinde kalkıp gitmiştim, nereye gideceğimi bilmeden. Caddeler sessiz ve karanlıktı, içim karanlıktı, dönüp duruyordum çıkmaz sokaklarda; saptığım her sokak sanki, bir öncekinin aynısı gibi beni yeniden sürükleyip duruyordu. Kayboluyordum, kendi kendime kayboluyordum.

Gözyaşlarında Düşlerim SaklıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin