Çocuğum belki, içimde öldüren bir şüphe.

219 25 6
                                    

30 Aralık, 1995

Yaşıtlarına göre oldukça çelimsiz olan çocuk, ışıldayan bakışlarıyla beşikte yatan ufaklığa bakındığında içinde oluşan sevgi patlamasını engelleyemiyordu.

Tanrı âşkına, çok güzelsin.

Uzun, tombik parmaklarını, dolgun pembeliklerde gezindirmeye başlayarak, uzun kirpiklerine kadar yol almıştı. Çok isterdi, görmeyi çok isterdi; loş ışığın gölgesinin düştüğü uzun kirpiklerin altındaki gözleri. Bir süre daha öylece göğsünü korkuluklara yaslayarak, sessizce uyuyan bebeği seyretmişti.

Şişkin yanaklarını, pembe dudaklarını ve avuç içimde kaybolacak ellerini öpmek istiyorum.

İstiyorum ki,

Kollarımdan ayrılma.

Yüzünü kaplayan gülümsemesi, kulaklarına dolan annesinin sesiyle, yerine donuk bir ifade bürünmüş, minik ayaklarıyla çıktığı yerden zıplayarak indiğinde, beşiği sarsmış olmalıydı ki, mavilerle süslenmiş odanın içerisinde tiz bir çığlık yükselmişti.

"Jeongguk! Sana onu rahatsız etmemeni söylemiştim, biraz olsun sözümü dinle." söylenen annesini görmezden gelerek ellerini, kulaklarına götürerek bastırmıştı. Meraklı bakışları bebeğin kızarmış yüzüyle buluşurken bayan Kim, hemen dibinde bitmiş ve minik oğlunu çok geçmeden güvenli kolları arasında sarmalamıştı. Siyahlıkları, dakikalarca ağlayan bebeğe bakmayı sürdürüyorken, geceyi andıran saçlarında hissettiği sızıyla, girdiği transtan, istemeye istemeye en sonunda çıkabilmişti.

"Eve gidiyoruz," sert bakışlarını oğlundan çekerek, yumuşattığı ifadesiyle ağlayan bebekle paniklemiş olan kadına bakındığında, "Dikkat et kendine canım. Daha sonra uğrarım yine, görüşmek üzere." Derin bir nefes alarak oğlunun saçından parmaklarını çektiğinde Jeongguk, kıvrımlı kaşlarını sert bir biçime büründürüp hızlıca oradan uzaklaşmıştı.

Nefret ediyorum, hepinizden.

Nefret, nefret, nefret ediyorum.

İçerisinde bulunduğu karmaşa, evlerinin önüne gelene kadar devam etmiş, onların istediklerini yapmak zorunda değildi, kendi başının çaresine bakabilirdi.

Aptal, 8 yaşındaki bir çocuğu kimse işe almaz.

İç sesi, bir kez daha onu derinden vurduğunda, sessiz isyanını sürdürüyordu. Annesi, kapının önünde öylece dikilen oğluna gönderdiği garip bakışlarının ardından, yanına yaklaşarak omzundan ittirmiş, "Sabaha kadar burada dikilmeyi mi düşünüyorsun, Jeon? Hemen içeri, yoksa bu akşam sana yemek yok." Tehditkâr bakışları siyahlıklarla buluştuğunda çocuk, ela gözlere ölümcül bakışlar atıyor, usulca kısılan gözleri, bir yırtıcı gibi tekrar tekrar öldürmüştü annesini, zihninde. Bir an bile acımayacağı kadının çehresinin tiksinçliğinde kendinden iğreniyordu; göz göze gelmek zorunda olduğundan.

"İstemiyorum, içeri girmek istemiyorum."

Kafasını hızlıca iki yana sallayarak, geriye bir adım attığında, "İstediğin gibi olsun Jeon, babanın yanına gidince bunların hepsini sana yutturacağım."

'Annen senin yüzünden öldü Jeongguk! Hepsi senin ve lânet merakın yüzünden, siktir ol git evimden.'

Kulaklarında yankılanan babasının sesi, tüylerini diken diken etse de, umursamadı. Ciğerlerini yakan nefesi aldırmadı, yavaşça bedenini yere bırakarak bağdaş kurdu. Yapabilirdi, kimseye ihtiyacı olmadan hayatta kalabilirdi. Tıpkı annesinin ona dediği gibi,

'Yürekten istediğin sürece, senin için hiçbir engel kalmaz Kookie. Yolunu kesen duvarlar, bir bir önünde diz çöker.'

Özledim, diye geçirdi içinden; sıcaklığını özlemişti, gülümseyen yüzünü özlemişti, yanağında oluşan tatlı minik çukuru öpmeyi özlemişti.

Özür dilerim, anne.

...

Sessizliğin hâkim olduğu yemek masasında karşılıklı oturan iki suskun beden, birbirlerine attıkları kaçamak bakışlarla çocuk, rahatsız olarak boş tabağına çevirdi siyahlıklarını. Üzerinde hissettiği delici ela gözleri aldırmadan, kurumuş dudaklarını diliyle ıslatarak nefesini verdi. "Bebeği görmek istiyorum."

Onun huzur veren yüzüne bakmak istiyorum, anne.

"Bayan Kim'den özür dilemeliyim, uyandırdığım için."

Hayır, onun sesini duyduğum için mutluyum; ağladığını bir kez daha görmek istiyorum.

Kadın, üzerinden çekmediği bakışlarını devam ettiriken usulca kafasıyla onayladı. Bebeğin üzerindeki bu ilgisi onu şüphelendirmiyor değildi lâkin, bunu çocukluğuna vurmakla yetiniyordu; belki de sadece bunu istiyordu.

"Tamam, odana git ve hazırlan. En ufak hatanda ya da, beni rezil edecek bir davranışında, babanın yanına bırakırım seni." Çocuk, itaatkâr bir şekilde onaylayarak yemek masasından doğrulmuş ve ses çıkarmamaya özen gösteren adımlarıyla merdivenleri tırmanmıştı. Aklını kurcalayan, işgâl eden sorular, yanıt bulamadığı sorular, çıldırmasına sebep oluyorken, çoktan odasına varmış, her zaman olduğu gibi kapının önünde dikiliyordu.

Lânet, bir ucube gibi davranmayı kes!

Dudaklarını, dişlerinin arasına hapsederek çekiştirdiğinde minik parmakları, kulpu kavrayarak kapıyı aralamıştı. Yavaş adımları, gardıropun önünde son bulduğunda, eline ilk gelen bir çift şort ve gri tonlarındaki tişörtü üzerine geçirerek adımlarını hızlandırmış ve bir an önce annesinin yanına varmak için, ikişer ikişer indiği merdivenleri boynundan süzülen ufak ter damlalarıyla sonlandırmıştı.

"Ne bu hâlin? Alt tarafı sürekli ağlayan bir bebeği göreceksin. Solucan surat-" Orta yaşlı kadının sözüne kesen gürültü ile bakışları, öfkeyle parıldayan siyahlıklarla buluşmuştu. Yumruk yaptığı minik elini, duvara vurduğunda, sinirle solumuştu.

"Ona öyle seslenme!" Sert adımlarıyla evin kapısına kadar ilerlediğinde, arkasına bakma gereği duymadan ezbere bildiği evin yolunu tutmuştu.

Aptal! Aptal! Aptal!

Nefesini düzene sokmaya çalışırken bayan Kim, gelişini görmüş olmalıydı ki, biraz sonra kapının açılışını izlemişti.

"Jeongguk? Tanrım, annen nerede? Geç içeri, terlemişsin. Hasta olacaksın, çabuk, gir." Telaşlı sesi, ufaklığın hoşuna gittiğinde, hafifçe gülümsemiş ve sorun olmadığını belli eden birkaç şey mırıldanmıştı.

Bebek, bebek nerede? Onu görmek istiyorum.

Heyecandan irileşmiş gözleri bebeği ararken, yastıkların arasındaki kıpırtıyı fark ettiğinde, büyük bir tutkuyla yanına varmıştı. Minik elleri, fındık kadar burnu; denizin soğuk dalgalı sularını andıran mavi gözleri, oldukça uzun kıvrımlı kirpikleri onu baştan çıkarıyordu.

Ufak bir bebeğe, sapık gibi bakmayı kes.

Tanrı bütün emeğini, bu bebeğin üzerine adamış olmalı, diye düşünmeden edemedi. Tombik parmaklarını, bebeğin pembeliklerinde gezdirmeye başladığında, oldukça hoşuna gitmişti; hafif ıslaklığın tenine değmesi. Usulca bakışlarını kaçırarak bebeğin yanından uzaklaştığında siyahlıkları, kapının ardında dikilen suilete takılmıştı.

Yere düşen bir damla kan, küçük çocuğun duygularıyla yerle bir olmuştu.

**

Merhâbâlar, nasılsınız? İyi olduğunuzu umarak, fic hakkında birkaç yorum yapmak istiyorum.

Açılışı biraz önce okuduğunuz gibi, gerilere gittik. Günümüze varmadan önce, bu şekilde devam edecek, aklımda yer edinen düşünceler var.

Her neyse, diliyorum ki hoşunuza gider. Siz de buraya başlama tarihinizi yazabilirsiniz.

Gözyaşlarında Düşlerim SaklıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin