"Taehyung! Tanrı âşkına etrafını incelemeyi kes artık, çocuk gibisin." Hava kararmaya başlamıştı yavaştan yavaşa, iki arkadaşın aralarında bulundukları rahatsız edici sessizliğe sapsarı, ışıl ışıl tutamlara sahiplik eden genç oğlan dayanamayarak elini, arkadaşının omzuna sertçe vurmuştu. Saat gece yarısına gelmek üzereyken birdenbire arkadaşının telefonu, ikisini de Seul'de bulmalarını sağlamıştı. Evet, bu kesinlikle delilikti. Hatta Jimin, sevgili Taehyung'un artık akıl sağlığını yitirdiğinden şüphelenmeye başlamış ve bununla birlikte en kısa sürede ailesiyle konuşmayı aklına not etmişti; sonuçta bu çocuk, gizlice kilometrelerce uzakta olan bambaşka bir ülkeye kelimenin tam anlamıyla kaçmıştı. Henüz 18 yaşlarını doldurmuş gençler, hiç bilmedikleri bu karmakarışık, alışık olduklarının dışında koskocaman binalarıyla fazlasıyla ürkütücü olduğunu söyleyebilirlerdi. Hayatlarının on sekiz yılının tamamında küçük bir sahil kasabasının kenarında, ağaçların arasında geçirmişlerdi; sessiz sakin yaşamları, sadece birbirlerinin arkadaşlıklarıyla geçip gitmişti yılları.
Şimdiyse Taehyung gözlerini rahatsız eden onca ışıklandırmanın, yüksek binaların, yeşilliklerin can çekiştiği caddelerin ve ilk defa bu kadar fazla insanı bir arada görmenin şaşkınlığını üzerinden atamıyordu; hâlbuki gecenin bu vâkti nasıl bu kadar kalabalık olabilirdi sokaklar? Tüm zihni çalışmaya bir son vermiş gibiydi, sadece gözünün önünden geçip giden ışıklara bakınıyordu. Titrek bir nefes doldurdu ciğerlerine, havası bile kirliydi; masmavi hareleri gökyüzüne ulaşırken şehrin kalabalık aydınlatmalarından yıldızları seçemiyordu. Akıl işi değil dedi, ölüm gibi. "Bana bak çocuk, beni korkutmaya başlıyorsun. Bir tepki var artık. Hey, Taehyung!"
"Bağırıp durma, tamam. Kendimize kalacak bir yer bulalım, para işini hâllettin mi?" Esmer tenli oğlan saçlarının üstündeki şapkayı düzelterek atkısına sokulduğunda bakışlarını, yanında bir zarfın içine yerleştirdiği Güney Kore wonuna çevrilmiş paraları gösterdiğinde Taeyung'un sıkıntısı biraz olsun dinmişti; en azından paraları vardı, otel de buldukları vâkit bir sorun kalmayacaktı. Uçaktan indikleri andan itibâren iyice irileştirdiği gözleriyle her yanı bir bir incelemiş ve en sonunda kalabilecekleri küçük, çok kullanılmadığı belli iki kişilik otel odasını tercih ettiklerinde bir sürelik kalacaklarını belirtmiş, haftalık parasını peşin ödemişlerdi eşyalarını yerleştirdikten hemen sonra. Genç çocuk, yorgun bedenini pek de rahat olmayan lâkin onca saat yolculuğun ardından bir lütuf gibi gelen yatağın içerisine bıraktığında gözlerinin ağrısı, çoktan başına vurmaya başlamıştı bile. Alışık değillerdi, bu kadar kalabalığa ikisi de hiç alışık değildi.
"Yarın Hoseok ve Namjoon hyung gelecek, onlara hâber vermediğimiz için biraz kızmış gibiler. Yoongi'yle Seokjin hyungun işleri varmış, birkaç güne izin alıp onlar da geleceklerini söylediler. Neden bu yolculuğa ilk beni kurbân ettiğini sorabilir miyim Taehyung hazretleri?"
"Arama geçmişinde en son seni aramışım, çevirdim direkt ben de." Önemsiz bir şey söylüyormuşcasına ağzında gevelediğinde aldırmadı pek, bambaşka bir ülkedeydi artık; ayaklarının altında koskoca şehir duruyordu her yanını keşfedebileceği şekilde. Aslında gezmeyi seven biri değildi; doğanın güzelliğinde kendini kaybetmeyi severdi, saçlarının arasından süzülen rüzgârı, burnuna dolan çeşit çeşit çiçeklerin kokusunu ve olmazsa olmaz kendine has ayrıcalığını severdi. En çok da denizleri, okyanusları; onun da dediği gibi, bir çift okyanus saklıydı onun gözlerinde. Dalgaları kıyılarını aşındırır, sivrileştirir hatta yıkar geçerdi lâkin çirkinleşmezdi; çünkü en güzel manzaralar, hırçın dalgaların vurduğu uçurum kıyılarında olurdu. Ayakta durmuş, aynadan yatakta uyuklayan arkadaşına bakan fazlasıyla açık tenli olan çocuk memnuniyetsizce yerinde kıpırdanmıştı; bu bunaltıcı havayı çekmek zorunda mıydı o?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözyaşlarında Düşlerim Saklı
FanficHayalinin bile sizi darmadağın edeceği, gerçek bir felâketin ortasındayım. 070820