Wei Wuxian gözlerini kapadı ve sıcak güneş ışığının tadını çıkararak derin bir nefes aldı. Ölüm tanrısı ve yeraltı dünyasının hükümdarı olarak genellikle Yiling'teki sarayında kalmaktan ve görevlerini yerine getirmekten memnundu ancak zaman zaman yeryüzüne seyahat edip temiz havanın tadını çıkarmak da güzeldi.Büyük bir ağacın benekli gölgesine kıvrılmış olan Wei Wuxian, tembelce uyukluyor ve onu çevreleyen doğanın yumuşak sesini dinliyordu. Onun etki alanı ölüm olmasına rağmen, ya da belki de tam da bu yüzden, Wei Wuxian en çok yaşamı takdir ettiğini düşünüyordu. Çimlerin arasından bir çizgi halinde sürünen karıncalardan, tepesinde süzülen kuşlara kadar her titreşimi her kalp atışını hissedebiliyordu. Bir gün, hepsi Yiling'e yolculuk edecek ve ona ait olacaklardı ancak şimdilik basitçe buradalardı ve Wei Wuxian bunu garip bir şekilde rahatlatıcı bulmuştu.
Bir süre sonra gevşeme can sıkıntısına dönüşmeye başladığında Wei Wuxian çıktığı daldan atlayarak bölgede dolaşmaya karar verdi. Orman, henüz insan eli değmemiş olduğundan gürdü, bu nedenle bir guqin'in zayıf notaları kulaklarına dolduğunda şaşırmıştı. Wei Wuxian merakla sakin müziği takip etti. Belki de bu onun hayal gücüydü ancak şarkı neredeyse onu yakına çekiyor, ruhunun derinliklerinden bir şeyler koparıyordu.
Ağaçlar küçük bir açıklığa çıktığında, Wei Wuxian'ın gözleri genişlemişti. Çayırın ortasında genç bir adam oturuyordu ve zarif parmakları guqin'in tellerinde dans ederken duruşu mükemmeldi. El değmemiş beyaz cübbesinden, beyaz yeşimden oyulmuş gibi görünen yüzündeki dingin ifadeye kadar onunla ilgili her şey zarafet ve denge diye çığlık atıyordu. Alnını çevreleyen uzun, beyaz ve bulut işlemeli şerit uzun siyah saçlarının arasından sıyrılıp sırtından aşağı yol alıyordu.
Ama Wei Wuxian'ın durup bakmasına sebep olan şey yalnızca görünüşü değildi. Melodi açıklıkta yankılanırken, dünyanın kendisi canlanıyordu. Çimenler adamın oturduğu yerden başlayarak dışarıya doğru daha canlı hale geliyor, çiçekler açıyordu. Wei Wuxian'ın yakınlarındaki solmuş bir çalı canlanmış, dalları oluşan meyveler yüzünden alçalırken kalın ve yeşil yaprakları filizlenmişti. Birkaç dakika içinde bölge hayatla dolup taştı.
Wei Wuxian hiç böylesine güzel bir şey görmemişti.
Şarkı sona ermiş olmasına rağmen adam oturduğu lotus pozisyonunda kalmaya devam etmişti. Gözleri kapalıydı. Belki de meditasyon yapıyordu. Wei Wuxian onu öylece bırakıp gitmeyi düşünmüşse de bu fikri çabucak bir kenara attı.
"Bu harikaydı!" dediğinde saklandığı yerden çıkmış, sırıtıyordu.
Genç adamın gözleri aniden açıldığında Wei Wuxian kendisini yoğun, altın bir bakışın altında mıhlanmış olarak buldu. Yine de hızlıca silkelenmiş, yakınına doğru yürümeye devam etmişti.
"Sen Hanguang-jun'sun, değil mi?" diye sormuş, kendisini cup diye diğer adamın yanına atarak çok daha az saygın bir halde uzanmıştı. "Daha önce tanışmadığımıza şaşırdım."
Wei Wuxian onu geçmişte, tanrılar iş ya da zevk için bir araya geldiklerinde birkaç kez görmüştü ancak ikisi asla yüz yüze konuşmamıştı. Ve elbette, Wei Wuxian onu daha önce hiç görmemiş olsaydı bile, kim olduğunu yalnızca itibarından bile bilebilirdi.
Lan Wangji, ayrıca Hanguang-jun olarak da bilinen bereket tanrısıydı. Dünyaya yeni bir hayat getirme gücü sadece onun soğuk güzelliği ve dürüstlük duygusuyla rekabet ediyordu. Diğer tanrılarla karşılaştırıldığında bile Lan Wangji soğuk ve ulaşılmaz olarak kabul edilmişti.
Onu ilk kez böylesine yakından görmek, Wei Wuxian'da o mükemmel kişiliği dağıtma arzusu uyandırmıştı. Yine de Lan Wangji ile henüz tanışmışlardı ve onu uzaklaştırmak istemiyordu, bu yüzden bu dürtüye direndi. Jiang Cheng görse gurur duyardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flowers Blooming in the Dark | wangxian
FanfictionÖlüm Tanrısı Wei Wuxian, Bereket Tanrısı Lan Wangji ile tanıştığında beklediği son şey ayaklarının yerden kesilmesiydi. Ancak ne yazık ki, dünyanın geri kalanı onların bu kur yapma süresini pek onaylamamıştı. Evlenmelerine müsaade etmediklerinden...