"Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık. Sevilmeyi beklerken, beklemeyi sevmişiz."
Demiş Cemal Süreya.
Ne güzel demiş...Bütün gece bu sözü düşünüp durdum. Acaba beklemeyi mi seviyordum yoksa sevilmeyi mi istiyordum?
Bana ne oluyor böyle bilmiyorum. Bu melankolik halimden bir an önce kurtulmam gerekiyor bunu biliyorum. Dünden beri kafamın içini susturamıyorum. Bir olay beni nasıl bu denli sarsabiliyor aklım almıyor.
O Olaya gelince, dün okuldan çıktım eve dönüyordum ki aklıma Cemre'nin derse gelemeyeceği için benden not tutmamı istediği geldi. Tuttuğum notları fotokopi çektirip çoğaltayım ki o da çalışsın ben de diyerek okulun iki sokak ötesindeki kırtasiyeye girdim. Dışarı çıktığımda, tam karşımda duruyordu! Babam...
Bir taraftan beni farketmemiş olabileceğini düşünüyordum diğer bir taraftan da yanıma gelirse ne konuşacağımı, nasıl tepki vermem gerektiğini düşünüyordum ki, öylece yanımdan geçip gitti. İnanamadım!
Seneler olmuştu görmeyeli ne bekliyordum ki? Annemi de beni de seneler öncesinde de böyle bırakıp gitmemiş miydi? Şimdi ne bekliyordum? İtiraf etmeliyim ki bu karşılaşmayı böyle hayal etmemiştim benden özür dilemesini, bağışlama bekliyor oluşunu görmeyi istiyordum. Oysa görmezden gelip yanımdan geçip giden taraf oydu. Ben ise yine arkasından bakan o küçük kız oluvermiştim... Ne acı!O kısacık an bana yeniden geçmişi yaşatıyordu. Gözlerimi kapattığımda, kısacık bir an, çocukluğum geçti gözlerimin önünden; evdeki itişmeler, havada uçuşan eşyalar, korkudan salondaki berjerin arkasına saklanan küçük bir kız çocuğu... O zamanlar bütün bu tartışmaların benim yüzümden olduğunu düşünürdüm. Belki ben daha uslu olsaydım hiç tartışmazlardı diye geçirirdim içimden. Bana bunu düşündüren babamdı, hiçbir zaman o mükemmel baba kız ilişkisine sahip olamadık. Beni hep eleştirirdi küçücük bir kız çocuğunu televizyondaki ismi lazım olmayan programlardaki jüri üyeleri gibi eleştirirdi, acımasızca. Bazen çatal bıçak tutuşumu beğenmez. Bazen de giyinişimi. "Annen öğretememiş sana adab-ı muaşereti" der dururdu. Ben hep sorumlu olurdum bir şekilde. Daha sonra anladım kavgalarının sebebini, benim yüzümden değil de benim üzerimden yıldırma politikası uygulamış meğer.
Bundan on üç sene önce evde yine sesler yükselmişti. Babam elinde bavuluyla evden çıktığında, pencereden onu izlemiştim. Gözüm, sokağın köşesindeki kızıl saçlı, sarı elbiseli bir kadına takılmıştı. Kadın, babama doğru koşup sarılmıştı. El ele tutuşup gittiklerinde, anladım ki... Benim yüzümden değilmiş!
Düşüncelerimin arasında boğulmuşken annem kapı aralığından "Okula geç kalacaksın kızım daha hazırlanmamışsın " diye seslenerek beni kendime getirdi.
"Tamam anne beş dakikaya hazırım" dedim. Annem birşeyler olduğunun farkında dünden beri niçin bu kadar durgun olduğumu sorup duruyor. Ben de vizeler, staj yoruluyorum deyip geçiştiriyorum. Anneme birşey anlatamam çünkü yeniden üzülmesini istemiyorum. Evin geçimi, temizliği onun omuzlarında zaten bir de bu meseleyi kendine yük edinmesini istemiyorum.
Bende daha fazla düşünmeyeceğim artık, yok sayacağım. Hem hayatımda şükür sebebim çok. Ne diye düşünüp kendimi üzüyorum ki? Annem sağlıklı ve yanımda, biricik arkadaşım Cemre'm var. İyi ki var. Bir de Edebiyat Fakültesi son sınıf öğrencisiyim ve yakında mezunum. Daha ne olsun ki...
Kapının kapanma sesini duyar duymaz kalktım. Gerçekten geç kalmak üzereyim ve ben odamda öylece oturup kendime terapi uyguluyorum. Ben burada çene çalarken annem çıktı bile! Aman Allahım! Geç kaldım!
Okula vardığımda bir ses beni durdurdu. Cemre "Gece, sana harika haberlerim var," diye bağırarak bana doğru koşturuyordu.
"Ne oldu Cemre, nedir bu telaş" dedim.
"Ablam Amerika'dan döndü," diyerek boynuma atladı. "Nasıl mutluyum bir bilsen"
"Bende senin adına çok mutlu oldum, demek bunun için gelmedin okula," dedim sevinç çığlıkları beraberinde sarıldık. "Canan ablayı en az senin kadar özledim. Gül teyzem, nasıl sevinmiştir kim bilir."
"Sevinmez mi bu kadar erken beklemiyorduk tam dönüş tarihini bizlere söylemek istememiş, sürpriz yapmak istemiş. Annem de daha önce söyleseydin hazırlık yapardık diye payladı tabi" dedi Cemre kıkırdayarak. Dersten sonra Canan ablayı görmeye gitmek üzere anlaşarak kol kola derse girdik.Canan abla, Cemre ve onların anneleri Gül teyze, annemle babam boşandıktan sonra annemle yeni taşındığımız evde ki karşı komşularımız olarak girdiler hayatımıza. O zamanlar pek bir üzülmüştüm taşınma işine ama şimdi iyi ki diyorum hayat benden evimi, babamı aldı. Bana bir teyze bir abla bir de kardeş verdi... On üç yıldır hiç ayrılmadan birbirimize "yarenlik ettik" Gül teyzemin deyimiyle. Hatta öyle ki kısa bir süre zarfında Gül teyze ile annem küçük bir ev yemekleri dükkanı açıp ortak oldular. Ismi de tam onlara yakışır "Rosa&Lotus" oldu. "Rosa" Gül'ün bilimsel adı, "Lotus" ise Nilüfer'in diğer adı. Tam çiçek gibi bir lokanta şimdilerde orası.
Canan ablanın yüksek lisansını tamamlayıp dönüşüyle günüm aydınlandı. Babamı, çocukluğumu unutuverdim. Evet ama içimde hala birşeylerin tam olmadığı duygusu... Mert!
Şimdilik buruk bir sevinçti bu...
O da geldiğinde tamamlanacaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Toz Bulutu
Romansa"Artık bir bulutun üzerinde uçtuğumu düşünmeyi bırakıp kendi ayaklarımın üzerinde durabilmeliyim." Biraz sevgi, biraz ilgi görebilmek uğruna kendinizden ödün verdiğiniz oldu mu? Gece'nin kendinden ödün verdiği, kendisi olmaktan çıktığı birtakım ön...