Sherlock Holmes'ün Maceraları | 13

407 28 1
                                    

ZÜMRÜT TAÇ


"Holmes," dedim bir sabah, pencereden sokağa bakarken, "yolda yürüyen bir deli var. Yakınlarının onu böyle yalnız başına bırakmış olmaları ne kadar üzücü." Dostum, koltuğundan ağır hareketlerle kalktı ve elleri sabahlığının cebinde, omzumun üzerinden bakmaya başladı. Bulutsuz, serin bir Şubat sabahıydı ve dünden kalma karlar yeri kalın bir örtü gibi kaplamış, kış güneşinin altında parlıyordu. Baker Sokağı'nın ortasındaki karlar trafik yüzünden erimişti ama kaldırımların dipleri hâlâ bembeyazdı. Gri kaldırımlar temizlenmiş ve küreklenmişti ama tehlikeli derecede kaygan oldukları için fazla yaya yoktu. Aslında, garip davranışları dikkatimi çeken beyefendinin dışında, Metropolitan İstasyonu yönünden gelen kimse yoktu.

Elli yaşlarında, uzun boylu, şişmanca bir adamdı. Güçlü bir ifadesi ve kendinden emin bir yapısı vardı. Siyah frakı, parlak şapkası, şık kahverengi tozlukları ve gri pantolonuyla zengin ama iç karartıcı bir stilde giyinmişti. Ama davranışları, giysileri ve görünümüne aykırıydı. Yorgun olmasına rağmen koşmakta kararlı biri gibi ara sıra hızla ileri atılıyor, sonra yine yavaşlıyordu. Koşarken ellerini aşağıya yukarıya sallıyor; kafasını bir o yana, bir bu yana yatırıyor ve yüzünü en olmadık şekillere sokuyordu.

"Bu adamın derdi ne böyle?" diye sordum. "Sürekli evlerin kapı numaralarına bakıyor."

"Sanırım buraya geliyor," dedi Holmes, ellerini ovuşturarak. "Buraya mı?"

"Evet. Herhalde bana danışmak istiyor. Sanırım bu belirtileri daha önce de gördüm. İşte! Dememiş miydim?" O bunları söylerken adam oflaya puflaya kapımıza kadar koşmuş ve evi ayağa kaldıracak kadar şiddetle zile asılmıştı. Birkaç saniye içinde odamızdaydı. Hâlâ hızlı hızlı nefes alıyor ve garip el kol hareketleri yapıyordu; ama gözlerinden öylesine büyük bir keder ve çaresizlik okunuyordu ki gülümsememiz bir anda endişe ve acımaya dönüştü. Bir süre hiçbir şey söyleyemeden kıvranıp durdu. Artık aklının sınırlarına gelmiş bir adam gibi saçını başını yoluyordu. Sonra aniden ayağa fırlayıp kafasını duvara şiddetle çarptı. Hemen atılıp yardım ettik. Sherlock Holmes, adamı rahat bir sandalyeye oturttu ve o da yanına oturarak bütün ustalığıyla sakin ve yatıştırıcı bir ses tonunda konuşmaya başladı adamla.

"Bana hikâyenizi anlatmaya geldiniz, değil mi?" dedi. "Acele ettiğiniz için biraz yorulmuşsunuz. Biraz soluklanana kadar oturun. Küçük sorununuzla sonra da ilgilenebiliriz."

Adam birkaç dakika derin nefes alarak oturdu. Duygularıyla mücadele ediyor gibiydi. Sonra mendiliyle alnım sildi ve yüzünü bize çevirdi.

"Benim deli olduğumu sanıyorsunuz herhalde," dedi.

"Büyük bir sorununuz olduğunu görebiliyorum," diye yanıtladı Holmes.

"Tanrı şahidim ya, gerçekten de öyle! Aklımı kaçırmama yol açacak kadar büyük, bir o kadar da korkunç bir bela bu. Şimdiye kadar alnıma leke sürdürtmemişsem de bir rezalete dayanabilirim. Özel sorunlar ise zaten herkesin başına gelir, ama bu ikisi bir araya gelince - hem de en korkunç şekliyle - ruhumu sarsmaya yetti. Bir de bu meselede yalnız olmadığımı eklerseniz, en soylu insan bile bir yolu bulunmadıkça bu acıdan kurtulamaz."

"Lütfen kendinizi toparlayın bayım," dedi Holmes, "bana kim olduğunuzu ve başınıza gelenleri açık açık anlatın."

"İsmim," dedi konuğumuz, "belki de size hiç yabancı gelmeyecektir. Ben Alexander Holder'ım. Threadneedle Sokağı'ndaki Holder&Stevenson şirketinin ortağıyım."

Londra'daki ikinci büyük özel bankaya ait olduğundan, bu isim gerçekten de yabancı değildi bize. Londra'nın ileri gelenlerinden birini böyle acınacak duruma düşüren ne olabilirdi acaba? Son bir çabayla hikâyesini anlatmaya koyulana kadar merakla bekledik.

Sherlock Holmes - 1. CiltHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin