Buluşma 4

1.1K 12 2
                                    

        Namsızlardan bir grup ifşa olmuş adam, Kralın silahsızlandırma için görevlendirdiği timleri komuta ediyordu. Timdeki askerler dahi herkes bu komutanlardan nefret ederdi. Bu nefrete rağmen iyi iş çıkardıklarını kimse inkar edemezdi. Çeliğin kokusunu alan bir tazı gibiydi bu insanlar. Nitekim halkın taktığı ad da buydu. Şehirde bir av partisi gibi gezerler kendilerine av ararlardı. Üzerinde ya da konutunda silahla yakalanan kişinin tek sonu ölüm değildi. Kişi zengin ise malına el konulur, kendisi esir edilirdi. Fakir ve kuvvetliyse köle olarak alınır eğer zayıfsa zengin olsa dahi katledilirdi.

        Başlarda silah tüccarları Kraldan gizli silah kaçakçılığı yapabileceklerini sanmışlardı. Ne de olsa elleri her yere uzanırdı. Ve paranın alamayacağı izin yoktu. Bu yanılgıdan vazgeçmeleri uzun sürmedi. Mallarını, canlarını ve özgürlüklerini kaybeden tüccarların dedikodularını duyduklarında birden bu işe tövbe ettiler ve daha az kar getiren namuslu işlere yöneldiler. Ne de olsa hepsi namuslu insanlardı. Kafası uçurulan bir çok tüccarın Krallıktan alacağı yüklü bir miktar altını vardı. İnsanın aklı kasıtlı bir şey mi var diye düşünmeden edemiyordu. Kafasının omuzları üzerinde durmasını isteyen her akıllı insan bu şüpheci ve gerçekle alakası olmayan fikri dillendirmedi.

        Tazı ve timi sokakta ilerlerken insanlar yoldan kaçıyor daima gevezelik eden fahişeler dahi gevezelik etmeyi kesiyorlardı. Bebeklere dahi acımayan bir gruptan uzak durmak gerekirdi.  Her tim gibi bu tim de 10 kişiden oluşuyordu. Dokuz asker ve bir tazı. Her bir askerin sırtında arbalet ve kınında sallanan kısa kılıçları vardı. Ellerindeki kalın soplar da cabasıydı. Verilen emre göre herkesin ölmemesi gerekiyordu. Krallığın çalışacak bedava işçiye ihtiyacı vardı. Doğu ve batı sınırında açılan büyük gedikler; yakıp yıkılan kışlalar, evler , kervansaraylar , madenler ve çiflikler için çalışacak insan gerekliydi.

        Her şeyden habersiz bir şekilde sokağın köşesinde oturan çocuk, tazı ve arkadaşlarını görünce irkildi. 12 13 yaşında bir erkek çocuğuydu. Henüz yüzünde tüy namına bir şey belirmemişti. Belireceği de yok gibiydi. Çoğu sokak çocuğu gibi çelimsizdi kısa saçları kir yumağına dönmüştü. Eğer üzerindeki tozlar temizlenseydi siyah saçlı olduğu görülebilirdi. Oturuş şeklinden esnek bir yapısı olduğunu anlaşılıyordu. Sanki meditasyon yapıyordu. Oturduğu için boyu tam olarak anlaşılamıyordu. Ancak 160 cm olabilirdi.  Daha uzun değil. Tazının gözlerini üzerinde hissettiğinde kendini kaçmamak için fazlasıyla zorladı. En ufak şüpheli hareketi sonunu getirebilirdi. Belki de sadece geçiyorlardı. En iyisi bekleyip  görmekti. Grup önüne geldiğinde kafasını kaldırmadan oturmaya devam etti. Tazının metalik sesini duyunca dans vaktinin geldiğini anladı.

-Sen çocuk, buraya gel.

        Kafasını kadırıp bir şey anlamıyormuş gibi baktı. Belki numarasını yutarlardı. Lakin tazı aptal değildi. Küçük bir el hareketiyle elleri sopalı adamlar oğlanın etrafını sardı. Tazı geriye yaslanıp adamlarını izlemeye koyuldu. Onlar için gerçek zamanlı bir antreman olacaktı. Çocuk birden havaya zıpladı ve en yakın iki askeri gafil avlayarak gözlerine parmaklarını batırdı. İki asker gözlerini tutarak yere yığıldı ve kıvranmaya başladılar. Tazının yanındaki askerler sayılmazsa çevresinde altı asker kalmıştı. Görmedi sadece rüzgârını hissetti, arkasından tam ensesine bir silah geliyordu. Aniden eğildi ve ona vurmak için sopasını kafasının üzerine kaldırmış düşmanına doğru bir koşu tutturdu. Asker keyifle bekliyordu. Çocuğun kafası kırıldığında o sesi duymak istiyordu. Çocuk  askere iki adım kala kendini yere bıraktı ve momentumuyla ilerlemeye devam etti. Asker hedefi kaçıracağını anlamıştı. Beceriksiz hareketlerle bacaklarını kapatmaya çalıştı. Artık çok geçti çocuk çoktan bacaklarının arasına girmişti. Geçerken askerin hayalarını yumrukladı ve bir neşe çığlığı koyverdi. Artık kaçabilirdi varsın üç gün sonra zengin olsundu. Acı yüzünden çığlığı yarım kaldı ve tüm vucudu kasıldı. Sanki ayağına çok sıkan bir kelepçe takılmıştı. Tepe üstü havaya kaldırıldığında her şeyin sonunun geldiğini anladı. Ayak bileği öyle bir sıkılıyordu ki artık sadece o acıyı düşünebiliyordu. Tazı çocuğun bileğini mengene gibi tutuyordu. Çocuğun üzerini yoklamaya başladı. Her yerini arıyordu. Bacak arasını yokladığında kirli bir sırıtış belirdi yüzünde. Daha sonra çocuğu halı gibi silkeler silkeledi. Yere düşen metalin sesi ile ağzı kulaklarına vardı ve törpülenmiş sarı dişleri meydana çıktı. Havlar gibi konuşmaya başladı:

-Demek kadınsın. Eğer bakireysen bana çok para kazandıracaksın. Ama önce bu hançeri kimden bulduğunu ve kime vereceğini anlatacaksın ki karım katlansın. Aferin, böyle uslu bir kız olursan canını yakmayız.

        Sakin değildi. Şoka girdiği için tepkisizdi. Yıllardır herkesten saklamıştı kız olduğunu. Sokakta kızları rahat bırakmazlardı. Göğüsleri büyümeye başladığında önce korkmuştu. Kısa sürede nasıl kendini saklayacağını bulmuştu. Göğüslerini çaputlarla sarmış saçlarını her daim kısa ve kirli tutmuştu. Elini yüzünü hiç yıkamaz ayda bir banyo yapardı. Bu güne kadar çok başarılı bir iş çıkarmıştı.

         Muhtemelen köle pazarında satılacak en çok parayı veren zengine ömür boyu esir olacaktı. En kötüsü genel evlerdi .Bir genel eve gitmektense kendi canını alırdı. Tazı konuştukça Tüysüz'ün beti benzi atıyordu. Ama pes etmeye niyeti yoktu. Sokakta geçirdiği zamanlar imkansız diye bir şeyin olmadığını öğretmişti. Ufak tefek bir kadındı lakin hızlı ve çevikti. Eğer bir serbest kalsa bu sokaklarda kimse onu yakalayamazdı. Kimsenin bilmediği gizli yerleri vardı. Bu katillerden nefret eden onu saklayacak insanlar da tanıyordu. Ah bir serbest kalsaydı.

        Kaçarken etkisiz hale getirdiği adamlarda etrafını sarmıştı tekrar. Hiç birisinde kalıcı zarar yoktu. Yerde biraz kıvranmışlar sonra ayaklanmışlardı. Gafil avlanmalarının cezasını çekeceklerini biliyorlardı. Askerlerden biri yere düşen hançeri almak için eğildi. Hançerin kabzası fildişinden yapılmıştı. Tek tarafı keskindi. Keskin olan taraf diğer tarafa doğru kıvrılmıştı. Üzerine ejderha rünleri kazınmıştı. Rünler güneş ışığı altında bir yanıp bir sönüyordu. Asker elini uzattı ama alacak bir şey yoktu yerde. Şaşkın bir şekilde etrafına bakındı.

        Yüksek sokak duvarının kenarında bir eli belinde diğer eliyse hançeri sallamakla meşguldü. Kadın çok rahattı. Bir kadına göre oldukça uzun boyluydu. Uzun boyu endamından bir şey kaybettirmemişti. Üzerine giydiği siyah elbise vücut hatlarını göz önüne seriyordu. Erkek elbiseleri giymiş gibiydi ama vücuduna yapışan elbisede hiçbir erkeksilik yoktu. Cebinden bir elma çıkardı ve ufak bir ısırık aldı. Elmayı çiğnerken biçimli kırmızı dudakları göz alıyordu. Tazı hırsla Tüysüzü kenara fırlattı ve askerlerine emirler yağdırmaya başladı. Artık tahammülü kalmamıştı. Verdiği emirle arbaletli askerlerden biri mekanizmaya bir ok yerleştirmeye başladı. Oku takarken kafasını eğdiği için suratına gelen elmayı tabi ki görmedi. Elma yüzüne çarptığında afalladı, bir an için gözlerini kırpıştırdı. Hedef kaçmıştı. Kadın duvarların çıkıntılarına basarak hızlıca tepeye tırmandı ve çatıların tepelerinde hoplaya zıplaya gözden kayboldu Üstüne birde Tüysüzün de kaçması Tazıyı çileden çıkardı ve adeta uludu:

-Sizi lanet olasıca hırsızlar bugünkü işim bittiğinde sizi bulacağım ve sizi canlı canlı yiyeceğim.

        Askerler Tazının tehditlerinden bir an olsun şüphe etmediler. Askerler acımasız olabilirlerdi lakin tazılardaki farklı bir şiddet eğilimiydi. Dövüşürken rakibin etini ısırıyorlar ve eti geri atmayarak yutuyorlardı. Bundan haz alıyora benziyorlardı.

        Tazı bu işin peşini bırakmayacaktı lakin daha önemli bir konu vardı. Askerlere soğuk bir bakış attı ve bir şey demeden yürümeye başladı. Askerler de ardı sıra yürüdü.

Arkadaşlar yorum yapar ya da oylarsanız sevinirim :) Herhangi bir geri bildirim almak beni motive edecektir.

Büyük Savaşın ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin