10. BÖLÜM

41 6 2
                                    

Veee sıçış...

Korku ve heyecan karışımı bir duyguyla hızlanıp kızın girdiği evi aradım. 2 katlı bir evde yaşıyordu, içeride anne ve babasını bulma ümidi ile kapıyı oldukça sert bir şekilde tıkladım. Kapı açılmadı kimse kapıyı açmadı hadi ama bir insanın başı bu kadar hızlı belaya giremezdi değil mi? Korkuyu iliklerimde hissettim ama bu sefer korkunun bıraktığı his farklıydı çünkü bu sefer işin sonunda genç bir kız ve işler yolunda gitmezse o kızın cansız bedeni ile bitecekti. Düşüncesi bile midemi bulandırmaya yetmiş hatta artmıştı. 

Kapıyı bu sefer öfke ile yumrukladım kapı yine açılmayınca kas gücümü kullanmaya karar verdim yaşıtlarıma göre vücudum oldukça büyüktü, güçlüyüm de. Omzumu hazırladım çokta sert bir darbe olacağını düşünmüyordum. Geri doğru birkaç adım attım ve ileri doğru kendimi attım fakat açılan kapı sebebiyle biraz içeri düşmüş bulundum. Erda bana baktı;

"Kapıyı mı kıracaktın?" dedi 

Yok anasını satayım kapıyla tango yapacaktık da onun için hazırlanıyordum. Yerimden doğrulurken konuştum;

"Yok canım ne kırması sen kapıyı açmayınca bende bir şey oldu sandım ondan yani yoksa ne kırması" dedim 

Mal inandı. Konuşmaya devam etti;

"Ha tamam içeri gel istersen biraz oturur gidersin" dedi  

İşte şimdi tam sırası kızın aile sırlarını öğrenme vakti ulan ben FBI olacakmışım da buralarda harcanıyorum işte. Hadi koçum sor bakalım sonra da cevabı Refet' e söylerim hayde bismillah;

"Yok ailen yanlış anlar sonra, kızarlar falan gideyim ben en iyisi" dedim 

Yüzü düştü hayat dolu mor bakışları arasındaki ışık yavaş ve sakince söndü. Gülüşünün yerinde yeller bile esmiyordu artık. Gözleri hafiften doldu bembeyaz teninde burnunun ucu kızardı titrek ve ürkek bir ses tonuyla konuştu;

"Şey.... benim .... ailem..... hayatta değil.... " dedi 

Kelimeler ağzından öyle zor döküldü ki  bu aciz Türkçe' de şu durumu anlatabilecek kelime yok. Sadece 'yutkunamadım' kelimesi belki biraz olayı izah edebilirdi. Kafamı eğdiğim yerden kaldırdım ama ne kafam nede bünyem bu olaya pek iyi bakmadı. Kalbim sızladı az da olsa anlayabiliyordum onu annem yoktu benim de ben küçük yaşlardaydım. Bizi bırakıp gittiğinde fazlası ile küçüktüm... 

O gittikten  bir hafta sonra haberi geldi gittiği yerde araba kazası geçirip ölmüş. Üzüldüm mü? Bu konu tartışmaya çok müsait. Unuttum ama yıllar geçti üzerinden. Erda' ya döndüm;

"Başın sağ olsun... İçeri girelim o zaman üşürsün burada" dedim 

Götüm donuyor içeri girelim diyemedim. Zorda olsa derin bir iç çekişin ardından içeri girdik. Ev oldukça lüks dizayn edilmişti. Gri ve siyah ağırlıklı koltuklar ve yine aynı tonlarda duvar boyası. Duvarda ki altın rengi kütüphane rafı bir kadının boynuna takılan zarif kolyeler gibi duruyordu. Bulunduğumuz yerin renk tonları eşya dizilişi beni büyülemişti. Ölmeden önce zenginlermiş herhalde. 

Erda mutfağa kahve yapmaya giderken mutfağı merak etmemek mümkün değildi ama gidip ne diyecektim 'Mutfağı merak ettim de sen bir çekil ben bakayım' mı?... Oturduğum yerde küçük kalp krizleri geçiriyordum. Sebepsiz bir gerilimin kurbanı olmuştum adeta. Kahveleri alıp yanıma geldi oturduk. Tam önüme geçti bir şeyler  sormaya hazırlanıyor gibiydi ve korktuğum başıma geldi konuşmaya başladık;

"Eee Refet mi yolladı seni buraya?" dedi 

Ihı.. hayır mı desem? İnanmaz ki. Evet mi desem? Refet azıma sıçar. Sessiz mi kalsam? Beni deli zannedebilir. Pek akıllı olduğumda söylenemez ama neyse. 

"Refet  ile bir alakası yok ben kendim geldim" dedim 

Namık Kemalden ' At yalanını si**** inananı ' adlı şiirimiz burada son bulmuştur. Erda bana baktı hayret bu sefer gülmedi. Bu hastalık ne acayip bir şeydi böyle bembeyazdı resmen.     Erda' nın gözlerinden tam anlamıyla uyku akıyordu ona her şeyin yoluna gireceğini neler olduğunu öğrenip ona yardımcı olacağımızı -yani Refet' in yardımcı olacağını- söyledim. Yüz hatları gevşedi, güven gözlerinden okunuyordu.

Yatağına gidip dinlenmesini ona bir şey olmayacağını söyleyip gittim. Yol boyu kafam çok karışıktı bu kızda şeytan tüyü olmalıydı. Çabucak ısındım Zeynep' e ne kadarda benziyordu. Saçmalama bora Zeynep nerede Erda nerede. Tekrar en sevdiğim şarkı olan katula katula yı söyleyerek yoluma devam ettim. 

***ERDA***

Her şey bulanık ama oldukça iyi hatırlıyorum.

Tek bir sorun vardı müdürün odasına değil çıkış kapısına doğru ilerliyorduk. Adamlardan biri bir koluma diğeri diğer koluma girerek beni hızlandırdılar. Gerilim artmıştı nabzımın hızlandığını hissetmemek mümkün değildi. 

Adamların koca kollarından kurtulmak mümkün değildi Pare' ye seslendim ses yoktu böyle zor bir anda beni bırakıp gitmiş mi idi? Adamlardan biri siyaha kaçık koyu gri renkteki bir cipe bindirdiler. Çırpınmıyor yada bağırmıyordum sakince olan vede olabilecek olanları izliyordum. Sebepsiz yere içimde bir huzur vardı bu adamların bana bir şey yapmayacaklarını hissediyordum. 3 Kişi idiler ve oldukça korkutucu bir vücutları vardı. 

Adamlardan biri bir telefon açtı konuşma aynen şöyle idi;

"Alo. Efendim! Tabi efendim. Emredersiniz efendim. Bunu ne yapalım efendim. Peki efendim"dedi

Ardından telefonu kapattı. Yanındaki adama döndü bir müddet oldukça sessiz bir şekilde  tartıştılar. Yol ilerledikçe korkum dahada azalıyordu. İyide neden? Araba ormana doğru gitmeye başladı. Yavaşça adamları izlemeye başladım biraz sonra Pare sert bir şekilde bağırdı;

"Erda elinden geldiğince sakin olmaya çalış. Bak yapabileceklerinin haddi hesabı yok sadece sakinliğini koru yeter" dedi 

Yeterince sakindim zaten. Beni arabadan indirdiler

Sonra... Sonrası karanlık... 

Bora gittikten sonra yatağıma uzandım. Komik çocuktu Bora yakışıklıydı da, onu dışarıdan gören biri mutlaka ağır abi derdi fakat hiç de öyle bir insan değildi. Dışarıdansert gözüktüğü kadar içeriden komikti.

Ya Refet. Ona ne demeli beni buraya kadar o getirmiş. Bir teşekkür etmeliydim vede hırkası bendeydi ona geri vermeliydim. Bunları yarın yapabilirdim. Şimdi daha çok olanları hatırlamaya çalışmalı, ne ve neden olduğunu düşünmeliydim gözlerimi kapadım

Ve derin bir sessizlik...

Siyah Beyaz YörüngeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin