Paris, 2009
Artan insan kalabalığı yüzünden müzenin içi her geçen saniye daha da bunaltıcı olurken, Jeongin boynundaki kaşkolu gevşetip rahatlamaya çalışıyordu. Erken bir vakitte, şehrin geldiğinden beri neredeyse hiç değişmeyen bunaltıcı havasına uyanmış, otelin birinci katında kısa süren kahvaltısından sonra kendini büyük piramidin önünde bulmuştu.
Öncesinde kaybolmak pahasına yaptığı kısa şehir turunun sonu ressamın sokağına çıkınca, ayaklarının kolayca ezberlediği yol onu hem şaşırtmış hem de fazlaca korkutmuştu.
Alışmak: Yang Jeongin'in sıklıkla boyun eğdiği ama nadiren onu ürküten bir duyguydu, bu kadar çabuk gerçekleşmesi ise içinde bir yerlerde dehşete düşüp, tökezlemesine neden olmuştu.Esmer, içerisinde barındırdığı eserler kadar mimarisiyle de büyüleyen müzede bir yandan yavaş yavaş ilerlemeye çalışıyor bir yandan da tabelaların İngilizce kısımlarında gezdiriyordu gözlerini.
Merdivenlerin sonunda gördüğü görkemli mermer heykelin birkaç fotoğrafını çekip soluklanmış, cebinden bilet gişesinden edindiği çoktan kırışmış broşürü çıkarıp, haritayı yeniden kontrol etmeye başlamıştı.
Bir tur rehberiyle anlaşmış olsa, çok daha verimli bir gezi yapması oldukça muhtemeldi ama işin aslını isterseniz: Jeongin bunun için fazlasıyla ilgisizdi.
Sadece zamanını öldürmek için koridorlarında dolaştığı Louvré tenhalaşmaya başlayınca, deri kayışlı kol saatini kontrol etti. Dudakları hafifçe kıvrıldı, güneşin batmasına yarım saatten daha az kalmıştı.
Sarışın meydandan ayrılmadan önce orada olmayı umuyordu bu yüzden diğer salonlarda daha fazla oyalanmak istemeyip, resim bölümüne doğru adımladı.
Siyah saçlı her ne kadar yer-yön duygusuna güveniyorsa da, tabelalar ve salon rehberleri olmasa iki gün boyunca çıkışı aramak zorunda kalacağını biliyordu.
Diğerlerine nazaran, altıncı salon için konulmuş işaret oklarının büyüklüğü işini kolaylaştırırken, çok geçmeden herkesin Mona Lisa'sı, Leonardo'nun ise biricik Mon Salai'si olan meşhur portre görüş alanına girmişti.
Cam bölmenin önünde fotoğraf çeken, daha iyi görmek için birbiriyle yarışan insan tufanı yüzünü buruştururken diğer tablolara göz atmaya karar verdi.
Devasa salonda kayıtsızca ilerlerken dikkatini çeken tanıdık bedenle aniden duraksadı. André, koyu kırmızı kadife bereti ve üstüne tam oturan ekoseli takımıyla, Mona Lisa'nın tam karşındaki duvarı baştan başa kaplayan tablonun önünde duruyordu, oraya aitmişçesine.
Jeongin yavaşça sarışına doğru ilerledi, karşı tarafa oranla oldukça tenha olan bu kısımda aynı tablonun önünde duran sadece ikisi vardı.
Hyunjin yanına yaklaşan adım seslerini duymuş fakat gözlerini yağlı boya tablodan çekmemişti, böylece bir süre birbirlerinin nefes seslerini dinlediler. Esmerin gözleri odağını sarışına çevirmiş, yan profilini incelemeye başlamıştı.
Hyunjin yerinde hafifçe kıpırdanıp siyah saçlıya döndüğünde, bir baş selamı verip her zamanki gibi nazikçe gülümsedi. Bununla birlikte Jeongin afallamış şeker aşıran küçük çocuklar gibi hızla önüne dönmüştü.
"Les Noces de Cana."
Sarı saçlı tekrar yanındaki bedene dönerken, diğeri dağılmış dikkati yüzünden "Ha... Ne?" diye tepki verip Hyunjin'i gülümsetmişti. Koreli irislerini diğerinin kıvrılan dudaklarından çekip başını iki yana salladı.
Hyunjin çenesiyle tabloyu işaret etti.
"Kana'da Düğün, tablonun adı."
Jeongin başıyla onayladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
soleil, hyunin
Romancetekrar iki yabancıydık, bu kez anılarla birlikte ©exozsehun & horael