viii

1.4K 277 177
                                    

Paris, 2009

Sabahın köründe gelen aramayla uykusu bölünen esmer yatakta oturmuş, sırtını yatak başlığına yaslamış karşısındaki kapalı televizyona bakıyordu. Bir şey düşünmüyordu, bir şey de görmüyordu aslında. Bakıyordu sadece.

Nişanlısı öğle yemeğini yedin mi diye sormak için aramıştı fakat kızın bir türlü düşünemediği saat farkı, Jeongin'i güneş doğmadan uyandırmıştı. Üstelik görüntülü arama yapmasına rağmen, gencin uyuduğunu gördüğünde kapatmamış "Ay uyandırdım mı," gibi cevabı belli sorularla bir saat boyunca konuşmaya devam etmişti.

Böyle biriyle evleneceğine inanamıyordu Jeongin.

Saat çoktan yedi olmuştu. Paris sokaklarında uykusunu alamamış onlarca insan işe gitmek için sokaklara dökülürken Jeongin vücudunu gerip "Of," diye bağırdı ve yataktan kalkıp genelde sarışını izlediği penceresinin önüne geçti. Tabii şimdi boştu meydan. Bu saatte kim portresini çizdirmek için kalkardı ki?

Aslında Jeongin kalkardı, sarışını görmek için.

İnanılmaz bir şekilde görmek istiyordu genci. Günlerdir düşünebildiği tek şey ela gözleri ve güzel gülüşüydü. O utangaç gülüş aklında durmadan oynuyordu.

Pencerenin başından kalkarken saat sekiz olmak üzereydi. Koreli gencin aklındaki tek şey ise André'ydi. Sabahın köründe arayan nişanlısı sabahını bok etse de melezi düşününce her şey daha iyi oluyordu.

Duştan sonra aynanın karşısında saçı için her zamankinden daha çok uğraştı esmer. Kalbi liseli aşıklar gibi çarpıyordu. Bu değişiklik heyecanlandırmıştı genci. Uzun zamandır hissetmediği bir şeydi.

Sokağa adımını attığında ayakları gideceği yeri biliyormuşcasına ilerledi. Güneş Parisliler'e yüzünü gösterse de pek sıcak değildi hava lakin bir bahar gününü anımsatıyordu. Kışın ortasında böyle bir hava tanrının esmere armağanıydı. Paris, umut olmuştu Jeongin'e.

Sarışının yaşadığı sokağa ulaştığında gözleri hemen buldu evini. Bakışları sonuncu kattan ilk kattaki çiçekçiye ulaştığında da gülümsedi. Daha onu görmeden çarpmıştı kalbi.

Elini Parisliler'in modasına kıyasla spor kaçan ceketine atıp yürümeye devam etti. Birkaç metre kala durup etrafına bakmaya başladı. Gördüğü ilk kahveciye koşup iki tane filtre kahve aldıktan sonra girdi dükkana.

Kapıyı omzuyla iterken, üstündeki zil çaldı. Hoş bir ses çıktı. Esmerin burnuna elindeki kahve kokusundan sonra çiçeklerin kokusu ulaştığında durup kendisi çekti içine. Çiçekçiler hep güzel kokardı.

Dükkanın ortasına bir hamak koyup kahvesini yudumlarken tüm gün André'yi izleme fikri cazip geldi o an.

Renk renk mis gibi kokan çiçeklerin arasından, zilin çıkardığı sesi duyan Hyunjin elindeki bir dal pembe gerbara çiçeğiyle görününce Jeongin olduğu yerde donakaldı.

Her müşteriye bu kadar güzel mi gülümsüyor diye düşündü.

Fransız onu gördüğünde şaşırıp elindeki çiçekle birlikte yanına gitmişti. "Jeongin?"

"André-sshi."

"Ne arıyorsun burada?"

Jeongin etrafına baktıktan sonra hafifçe omuzlarını kaldırdı. "Görünüşe göre çiçek," dedi. Sonra sarışına yaklaştı. "Ama aradığımı buldum." Gülümsüyordu.

soleil, hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin