Ne kadar sürdüğü konusunda fikrim olmayan bir zaman boyunca uyudum ve bir akşam üzeri uyandığımda yine aynı odada uyandım.
O sersemliğime rağmen fark ettiğim ilk şey pencerenin pervazına yaslanmış uzun boylu siluet oldu. Bu tanıdıklığın sebebini anlamam uzun zaman almadı. Raymond.
"Peki tatlım.... Sonra konuşuruz.... Ben de seni. " diye telefon konuşmasını sonlandırdı. Sevgilisi falan mı vardı bunun? "Tanrım, inanamıyorum. Seni nasıl aldatır." dedi iç sesim. Dudaklarım kasıldı. Gözyaşlarım bağımsızlıklarını bir bir ilân edip göz pınarlarımdan ayrılmaya başladı.
"Yapma şunu! " diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Yapma! Bel altı vuruyorsun! Bu sefer elimden kurtuldun ama gelecek sefere seni öldüreceğim. Yemin ederim! "
" İkinci bir intaar girişimi mi? Bu o kadar da mantıklı bir fikir değil. Beni öldürmek için senin de ölmen gerekiyor. "
"Umurumda mı sanıyorsun !?" dedim boğuk sesimle. Ve gözlerimi temizledim. Raymond hızlı adımlarla bana yaklaştı elini yanağıma götürmek için uzandı. O anda bir refleksle eline bi tane vurdum.
"O pis ellerinle bana dokunursan seni neşterle şuracıkta öldürürüm. Yemin ederim yaparım." diye tısladım.
Elerini iki yanda havaya kaldırdı. " Peki. Peki. Nasıl istersen." Geri geri gidip koltuklardan birine oturdu. Çenesini yumruğuna dayadı ve etrafa bakmaya başladı. Bi kaç dakka sessizlik hüküm sürdü. Sessizliği bozan, Raymond'ın telefonuna gelen mesaj oldu. Telefonu sanki zaten mesaj bekliyormuş gibi bir hevesle cebinden çıkardı.
Okurken çenesi bi tebessüm eşliğinde genişledi.
" Ne o? Biriyle mi konuşmaya başladın? " dedim manidar bir sesle.
Bakışlarını bana çevirdi. Gülümsedi. "Oğlum. " dedi. Telefona döndü.
" Bir oğlun mu var?" dedim şaşkınlıkla açılan gözlerimle.
"Bu detayı nasıl atladım bilmiyorum; bir yıldır tanışıyoruz ve bir oğlum olduğunu bilmiyorsun. "
"Anlat o zaman. Adı ne? Nerede yaşıyor? Ne yapıyor? " diye yanıtladım düz bir sesle.
"Nebraska. Milano'da moda okuyor. Okulu bitirince buraya taşınacak ve butik açacak. Ayrıca tekno müzikle uğraşıyor ve DJ lik yapıyor."
"Pardon, Nebraska adı mı? Ve vay canına, müzik sizde baba mesleği falan mı?"
"Adı Nebraska. Karım Nebraska'lıydı. Lupus hastasıydı ve doktorlar hamile kalırsa ya düşüreceğini ya da sağlığından olacağını söyledi. O'ysa hamile kalsa da kalmasa da kısa süre sonra öleceğini biliyordu ve tüm riskleri göze aldığını, çocuk sahibi olmak istediğini söyledi. Doğumda vefat etti. Karım, Nebraska'ya aşıktı. İçinde orayla ilgili özel şeyler olduğunu söylerdi. Sıcak Nebraska akşamları bir dilim çikolatalı kek ve biraz kahveyle terasta oturup kitap okumaya bayılırdık. Onun anısına, Oğluma Nebraska adını verdim. "
" Ben üzgünüm. Bilmiyordum." dedim.
" Önemli değil. Neyse. Bu yaz buraya geleceğini ve yaz tatilini burada geçireceğini söyledi. Üçümüz takılırız diye düşündüm. Erkek erkeğe. Aklımda çok güzel planlar var. "
Yumruğunu bana doğru uzattı. Ben de kafamı başka yöne çevirirken elimi yumruk yapıp onun yumruğuna vurdum. Sonra çıktı.
Doğru gelmiyordu. Kafam yaşlı bir hanımın gözlerinden daha bulanıktı. Sanki hiç bişey olmamış gibi davranıyordu. Oradaki o değilmiş, burada onun yüzünden değilmişim gibi. Ve öyle samimiydi ki hala onun iyi biri olduğuyla ilgili şüpheye düşüyordum. Şu an ne düşünmem, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Kafam karmakarışıktı.
Ama belli ki o kadar da kötü biri değildi. Koskoca bir radyo ve plak şirketi sahibi kaç adam alelade bi çocuğu ta Brooklyn'e getirip mikrofonun başına oturturdu ki?
Ukala değilim ama cidden sözler yazıyorum, piyano çalıyorum, çiziyorum ve söyleyebiliyorum. Belki bu özellikteki bir genç yıldızın şirketi için iyi bir reklam olacağını düşünmüştür ve herşey bir işten ibarettir. Belki bendeki azmi ve potansiyeli görüp çiftlikte çürümemem gerektiğini düşünmüştür ve bana değer veriyordur, bilmiyorum.
Sonuçta Raymond's Diamonds büyük bir şirketti ve ben eğitim ve tecrübe sahibi bir şekilde işe zirveden başlayacaktım. Her şekilde ben kapısında altın yaldızlarla SANAT yazan o kapıdan girmek istiyordum ve o tek anahtarımdı. Ona ihtiyacım vardı.
Zaten ben bunun farkındaydım ve yarı yolda kalmamak için ne derse yapacaktım yani böyle bir şey yalmasına gerek yoktu ama belli ki söylediği gibi beni elinde tutabileceğinden emin olmak istemişti. Belki ben de onun gibi yapıp hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydım. Bunun ruh sağlığımın bozulup beni hiçbirşey yapamayacak hale getirmemesi açısından da önemi vardı ki, bu ayrı meseleydi.
Neyse, sonuç olarak bir an önce işime geri dönmek istiyordum. Olanları geride burakıp sevdiğim işle mutlu olmak. Ve bu hasarlı beden beni engelliyordu. Bir an önce iyileşmeliydim.
Biraz sonra Gloria içeri geldi. Benim diva hemşirem. Şu an kendine süslü elbiseler ve yeni makyaj malzemeleri almak için bir kaçığa özel bakıcı olma görevini kabul etmiş hemşirem. O bir azizdi.
Kendi kendine söylenerek sağımdaki koltuğa geçip oturdu ve telefonuyla uğraşmaya başladı. Onu deprem olsa, bir şarkıya depremin ne güzel bir şey olduğuyla ilgili bir parody yaparak dans edebilecek potansiyelde biri olarak gördüğüm için somurtması şok etkisi yapmıştı.
" Neler oluyor? " dedim ilgili bir ses tonuyla.
" Bir buçuk hafta kadar sonra sevgili, Sevgililer Günü ve benim.. oynayacak iyi bir oyuncağım yok. "
" İyi bir oyuncak?" dedim sırıtarak.
" İyi bir oyuncak." diye tekrarladı. "Bilirsin, erkekler oyuncakçıdır. Kiminin.. güzel oyuncakları vardır." elini yana doğru açtı. "Ve ben, şirin, küçük bir kız çocuğuyum. Oyun oynamak istiyorum. " dedi işaret parmağıyla bir tutam saçını kıvırıp boyalı kirpiklerini aptal aptal kırpıştırırken.
Dikişlerim bu kadar acıtmıyor olsa kahkaha atabilirdim. " Seni azgın."
" Hemen bir KÖTÜ KIZ beresi almalıyım sanırım" dedi, yine elini yana doğru açtı. Watsapp'da çok fazla vakit geçiriyor olmalıydı.
Gülümseyerek ayağa kalktı. Tırnaklı eldivenlerini takıp bir kaç haptan oluşan bir kokteyl yaptı ve küçük plastik tabağı bana uzattı. Haplardan birini elime aldım. Küçük beyaz bir haptı. Antidepresan.
Derin bir iç geçirip gözlerimi devirdim. " Kaç miligram? " dedim.
" Elli. "
" Bu şeylerin ne kadar uyuttuğunu biliyor musun sen? " hapı ortadan ikiye kırdım ve yarısını içtim.
Sıradaki, pembemsi bi renkte oval köşeli bir haptı. Dilime değdirmemle sanki bakır çiğnemişim gibi bir tat oluşması bir olmuştu.
Gloria'ya çatık kaşlı şaşkın bakışımı attım. " Kansızlığım mı var? "
" Pek değil. Demir değerleri 60'ın altına düştüğünde kansızlık olur ve senin değerlerin 61-62 gibi bir şey. Haplar zararına değil. "
Onu da içtim. Diğerini de dilimle test ettim. Tadı acıydı. " Ağrı kesiciler hakkında ne konuşmuştuk? " dedim ve hapı yerine koydum. "Bu ne için?" dedim son hapı göstererek.
"Hepsini tahmin edebiliyorsun. Bunu da tahmin et." dedi gülerek.
"Bu kapsül hap. Tadına bakarsam tükürüğüm kapsülü eritir. Bu şeyler havayle temas edince etkisini kaybediyor. "
" Vitamin takviyesi " dedi.
Onu da içtim ve uyuma amacıyla yan dönüp gözlerimi yumdum.