Beş dakika önce geçirdiği sinir krizi gibi bişeyi yaşarkenki dehşet saçan tavrından bir anda sıyrılmıştı. Bu ani değişimleri bana onunla ilgili çok daha fazla korku aşılıyordu. Elini babacan bi tavırla bacağımın üzerine koydu. Bakışlarındaki çözemediğim şeyi bi kenara koyarsak babacan denebilecek bi tavırla..
"Bana güvenmek ve ne söylersem yerine getirmek zorundasın."
Az önce gözlerimin önünde boynunu kırıp tekmeyle bi kenara savurduğu köpeğime baktım. Ağlamaya odaklanamayacak kadar korkuyordum ama Bo'nun cansız bedenine bakınca onunla geçirdiğimiz zamanlar bir bir gözümün önüne gelmeye başladı. O.. benim herşeyimdi. Tek arkadaşım. Dilsiz dostum. Bedenim bir hıçkırıkla sarsırdı ve gözyaşlarımın kontrolü elimden gitti. Onları silmeye gerek bile görmüyordum çünkü bişeyi değiştirmeyecekti.
Karanlık odada gözlerimin dolu oluşu görüşümü imkansız bir hale getiriyordu. Orada olduğunu düşündüğüm yöne doğru baktım.
"Güvenmek mi?" derken sesim beklediğim kadar güçlü çıkmamıştı. "Asla. Daha Bo'yu öldüreli beş dakika bile-
Birden, güçlü eli ilik titreten bir ses eşliğinde yanağımla birleşti. Kendimi oturur vaziyette durduğum koltuğu kapaklanmış halde buldum. Ağzıma yoğun bir bakır tadı gelmeye başladığında insan üstü bir çaba harcayarak olduğum yerde dik pozisyona gelmeye çalıştım. Dudağım kanıyordu. Halbuki daha bir hafta kadar önce babamın ve abi demeye utandığım o iki piçin morlar, kırmızılar, şişklikler, kırıklar ve çatlakla özene bezene süsledikleri sanat eserlerini titizlikle pansumanlayıp, sarıp sarmalamış; bir ana gibi üzerime titremişti. Attığı tokatla öz ailemin acımadan dağıttığı suratımdaki bütün yaralar kendini hatırlatmak istercesine sızladı.
"Sokağa atıldın küçük ibne!" dedi yüksek sesle. "Ben olmasam sefil halde yaşamını sürdürecek, çöp poşetlerini yastık edinecek, bok yiyecektin. Oysa ben sana lüks içinde bir hayat vadediyorum. Dediklerimi koşulsuz şartsız yerine yerine getirirsen tabi.. Güvenmek için benden başka kimsen yok anlasana! Yapayalnızsın! Ailen senden tiksiniyor ve seni geri almayacaklar. Şuraya bak. Nerede olduğunun farkında mısın? Tennesse'nin varoşlarındaki o bok çuvalı evinden Brooklyn'in en gözde otellerinden birine geldin. Kim yaptı bunu? Ben. Bundan sonraki hayatında bana muhtaçsın. Bunun farkına var. Sen ve sanat dünyasında ulaşmak istediğin o makamın arasındaki köprüyüm ben."
Haklıydı. Kendim olabileceğim bir dünyada, hayalini kurduğum işle uğraşmak, insanlara sanatımla ilham vermek ve her anlamda yaşamak istiyorsam; her yolum öyle yada böyle ondan geçiyordu.
"Tamam. Sana güvenmek zorundayım. Anladım." deyiverdim güçlükle sesimi bulduğumda.
Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Viskisini bir yudumda bitirip bardağı büfeye bıraktı ve yatağın ucuna oturup gömleğinden birkaç düğme açtı. "Buraya gel" dedi yumuşak bir sesle eliyle yanına iki kez vurarak. Sertçe yutkundum. Güçlükle ayağa kalkıp yürüdüm ve yanına oturdum. Bana iyice yaklaştı. Kolunu belimden sardı. Pantolonumun düğmesini kurcalayıp kolaylıkla açtı. Ağzım kurumuştu. Kalbim göğüs kafesimde adeta çırpınıyordu. Korkuyla kendimi geri çektim.
"Ne yapıyorsun?" dedim cılız soluk soluğa bir sesle.
Hiç bir tepki göstermeden usulca fermuarımı indirmeye başladığında ne yanlış bir karar verdiğimi anladım ve kaçmak için kapıya doğru yeltendim. Yarı yolda beni belimden yakaladı ve pantolonumu iç çamaşırımla beraber indirdi. "Ben" dedim nefes nefese. Gözyaşlarım açılmış birer musluk gibi akıyor ve ellerim tutmuyordu bacaklarım jöle kıvamındaydı ki, asla kaçamayacağım gerçeğiyle o zaman yüzleştim. " Yalvarırım bunu yapma. Uslu bir çocuk olacağıma ve ne söylersen yapacağıma yemin ederim."
Önünde diz çökmüş vaziyette yalvarırcasına söylüyordum bunları.
"Biliyorum" diye mırıldandı elini kafamın arkasına doğru götürüp ensemden saçlarımı sertçe kavradı "Ama adını bilen insanlar artmaya başladığında bana ihanet etmeyeceğinden emin olmak zorundayım. Kendi ellerimle bir canavar yaratmak istemiyorum. " dedi.
"Etmeyeceğim!" diye inledim. "Söz veriyorum! Yalvarırım bırak beni."
Bağırıp tepinmeme aldırmadan beni kolayca kaldırıp yatağa savurdu. Zaten vücudum kağıttanmış gibi hissediyordum.
Büfenin üzerine doğru uzanıp bir şey yaptı. Bip diye bir ses çıktı.
"O neydi?!" dedim tiz bir çığlıkla.
Kemerini çözmeye başladığını gördüm. "Üzgünüm. Seni elimde tutabilmek için koza ihtiyacım var. "
~○~□~○~
Yarım saat sonra giyindi. Büfedeki kamerayı alıp cebine attı.
" Ağlamana izin vereceğim. " dedi düz bir sesle. "Bir ay kadar burada kalacaksın. Birkaç kişiyi seninle ilgilensin diye özellikle tuttum.Dışarıdan kimseyle iletişim kurma. Zaten iletişim kurabileceğin kimsen yok artık. Ağla, sinir krizleri geçir, her şeyi kır, dağıt. İyileş. Bir ay sonra toparlamış bir şekilde bulmak istiyorum seni."
Söyledikleri, kulaklarıma yalnızca bir uğultu olarak geliyordu. Kalbim adeta beynimde atıyordu. Öyle ki onun sesinden başka şey duyamıyordum. Sanki kilometrelerce hızla gelen bir hız tireni tarafından ezilip geçilmiş gibi hissediyordum. Her bir hücrem sızlıyordu. Her yerim ağrıyordu. Bir de görünmez bir el göğsümün tam ortasına girip soluk boruma sıkı bir düğüm atmış hissi vardı tabi..
Caresizlik ve bitiklik dağının dorukları öyle soğuktu ki üşüdüm..Mizahtan son derece uzak bir gülümsemeyle bana baktı ve kapıyı çekip çıktı.
"Bir ay.." diye düşündüm içimden. "Bir ay.. Lanet olası bir ay, tüm bu psikolojik enkazı, kaybettiğim masumiyet duygumu, göğsümün üzerine kaya yerleştirilmiş hissini onarmaya yetecek miydi yani?" Güldüm.
Bir an içinde bulunduğum duruma dışardan bakınca, o kadar kirli hissettim ki.. Haklıydı. Ben yapayalnızdım. Tiksinilecek durumdaydım. Çaresiz ve bitik durumdaydım. Ölsem, içimde gümbür gümbür yanan ve kendiyle birlikte beni de tüketen ateş anca sönermiş gibi hissediyordum. Ayak ucumdaki beyaz çarşafı alıp kirlenmişliğimi örtmek istercesine üzerime çektim. Nefesim daralıyordu. Cenin pozisyonu aldım ve başımı dizlerim arasına eğerek havanın ciğerime daha rahat gitmesini sağlamaya çalıştım. Çarşafa sıkı sıkı sarındım. Bedenim büyük bir ağlama dalgasının istilasıyla sarsıldı. Derin bir iç çekiş eşliğinde kafamı yastığa gömüp boğazım yırtılırcasına, bağıra bağıra ağlamaya başladım