"son olarak her iki tarafı üçe bölerseniz kolayca sonuca ulaşırsınız."
öğretmen işlemi tahtaya çözüp işini bitiriyor. sınav haftası yaklaştığı için haftanın ilk gününden dersi yoğun bir şekilde işliyoruz.
soruyu defterime geçirirken tahtadaki yazıların hafif bulanık göründüğünü ve onları okumakta zorluk çektiğimi fark ediyorum. bir ara doktora gitmeliyim.çok geçmeden teneffüs zili çalıyor. öğretmen çantasını toparlarken bizlere dönüyor.
"son sınıf olduğunuzdan sizi fazla zorlamayacağım, ancak bu çalışmayı bırakmanız anlamına gelmiyor. sizlerden sınavlara gereken önemi vermenizi bekliyorum."
o çıktıktan sonra sınıfta uğuldaşmalar yükseliyor. çoğunun bu konu hakkında gergin olduğunu biliyorum. buna pek anlam verebildiğim söylenemez, eğer yeterince çalıştıysan endişelenmen oldukça gereksiz olur.
defterimle işim bittiğinde sırtımı sıraya yaslayıp gözlerime gidiyor elim. sanki saatlerce tahtaya bakmışım da bunun sonucunda yorulmuş gibiler. onları hafifçe ovaladıktan sonra gözlerimi kırpıştırarak açıyorum. açtığım an karşımda bana gülümseyerek bakan atsumu ile karşılaşıyorum.
her yerden çıkıyor olmasına artık şaşırmıyorum, aynı okulda olmamız da cabası. ancak niye karşımda bulunduğunu merak ediyorum.
"ne şaşırılası bir manzara."
hiçbir duygu barındırmayan sesime karşı sırıtıyor. "beklemediğini anlayabiliyorum. her insan her gün böyle hoş bir manzarayla karşılaşamayabiliyor ne yazık ki."
egosunu kolayca görmezden geliyorum. sanırım onunla geçirdiğim vakit boyunca buna o kadar maruz kaldım ki alıştım.
"niye buradasın?"
elini yanağına yaslayıp sıraya bakıyor. o anda fark ediyorum sıramda bir test kitabının olduğunu.
"senpai'min bana yardım edebileceğini düşündüm."
"senpai" kelimesini yapmacıkla söyleyip dudaklarını büzüyor. alay ettiğini görebiliyorum.
"sana niye yardımcı olayım ki?"
"çünkü senpai'min oldukça yardımsever olduğunu duydum."
gülümseyerek cümlesini bitiriyor. ona sadece birkaç soru için yardımcı olabilirim.
"sadece üç soru çözerim, fazlasını bekliyorsan iddianın hala aklımda olduğunu seve seve belirtebilirim."
umursamazca omuz silkiyor. "fazla sorum yok zaten."
ardından test kitabını açıp yapamadığı soruları gösteriyor. kalem kutumdan bir tane kalem çıkarıp soruyu okuduktan sonra çözmeye başlıyorum. yerinden hareketlenip durmama sebep oluyor. "bekle, böyle anlayamıyorum."
oturduğum tek kişilik sıraya adımlayıp aniden yanıma oturuyor. bunu yapmasıyla bacağım onun bana oranla daha kalın olan bacağına doğru çıkıyor. şaşkınlığım yüzüme yansırken bacağımı kendime çekiyorum hızla. o ise sırıtıyor. "ups, pardon."
"böyle sığabileceğimizi mi düşünüyorsun cidden?"
sesimdeki siniri ben bile fark edebiliyorum. yaptığı hoş değil ve kesinlikle bundan utanç duymuyor. aksine, sorum üzerine bana yaklaşıyor.
"istersen kucağıma oturabilirsin."
kısık bir ses tonuyla söylediği bu cümle utanmama sebep olurken kaşlarımı çatıyorum hızla.
"soru hakkın bir'e düştü."
benden uzaklaşıp kıkırdıyor. benimle böyle eğlenmesi hiç hoşuma gitmiyor.
"kızarmış yüzünü görmeye değdi."
"komik değilsin, anlıyorsun değil mi?"
"ah, bunun komik olması mı gerekiyordu?"
iç çekiyorum. ardından rahatsız olduğumu belirtecek bakışlarımı yüzünde tutuyorum. artık anlamalı.
"bak at-sumu, eğlenecek biri bulduğunu sanıyorsan çok fena yanılıyorsun. sana hayatında görebileceğin en zıt insan olabilirim. o yüzden benimle uğraşma."
"bu yüzden hoşuma gidiyorsun ya zaten," bakışları bir öncekinden daha ciddi. "seni bir eğlence olarak görmüyorum, ama doğru, seninleyken eğlenmek çok kolay. ancak bu seni öyle gördüğüm anlamına gelmiyor."
"öyle mi?" tek kaşımı kaldırıp soruyorum. hiçbir zaman kendimi eğlenceli biri olarak görmemiştim. çocukluğumdan beri sessiz ve sakin biri olmuştum. rutin ve planlarına bağlı, gün içinde oldukça sıradan ve hiçbir ekstremliği olmayan eylemlerde bulunmuş, hiçbir zaman arkadaşlarımla buluşup çılgınca şeyler yapmamıştım. bunlara şahit olmuş, ancak hiçbirinde yer almamıştım. gençlik ve ergenlik yaşam ve yetiştirilme şekline göre şekillenen şeylerdi. annem ve babam geçinebilmek için zorlu ve uzun süren işlerde çalışırken ben de büyükannem ve büyükbabam ile vakit geçirirdim. yaşın da verdiği etkiyle oldukça basit yaşayan insanlardı. büyükannem iki günde bir temizlik yapar, buna beni de katardı. şu anki temizlik sevgimin ve alışkanlığımın onun sayesinde temelleştiğini düşünüyordum. büyükbabam yaşıma rağmen okumayı öğretmeye çalışır, bahçe işlerini erkenden öğrenmemi isterdi. bakıldığında oldukça basit geçen bir çocukluk olarak görülebilirdi ancak bundan hoşlanıyordum. bana şu anki özelliklerimi kazandırmıştı. hatasız, düzenli ve temiz olmak güzel bir şeydi. öbür yandan kendimi atsumu gibi düşünemiyordum. zaten onun hayat hikayesinin benden oldukça farklı olduğu hareket ve davranışlarında belliydi.
"öyle. seninle vakit geçirmek güzel ve bunun artmasını isterim, ayrıca seni tanımayı da öyle."
bir kez daha dediklerine şaşırırken hiçbir şey demiyorum. açıkçası ona tam olarak güvendiğimi söyleyemem.
okul zilinin sesi etrafta yankılanırken atsumu dudak büzüyor. bu görüntünün sevimli olduğunun o da farkında.
"pekala, ben gideyim o halde." ayaklanıyor. arkasını dönüp gidecekken hızla geri dönüyor ve sırıtıyor.
"teneffüste geri geleceğim."
başımı sallıyorum. sanırım hayatıma kolay kolay çıkmayacak birini alıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
arrival | atsukita & sunaosa
Fanfictionsıradan denilebilecek yaşamına ve klasik rutinlerine bağlı yaşayan kita shinsuke'nin hayatı, miya atsumu ile tanışmasıyla değişmeye başlar. st: 010321