osamu
"bir dilim çilekli pasta ve espresso, lütfen."
suna yanımıza gelen garsona dönüyor. garson bunun üzerine başını sallayıp istediklerimizi elindeki not defterine yazdıktan sonra yanımızdan ayrılıyor.
"hiç değişmeyecek değil mi?"
sorum üzerine elini çenesine yaslayıp camdan dışarıya bakıyor ve mırıldanıyor.
"süte tahammülüm yok."
onunla tanıştığımız gün, okulun ilk günü, okuldaki kızlardan birinin ona kahve getirdiğini, suna'nın da kızı kıramayıp kahveden bir yudum alıp anında kahveyi tükürdüğünü hatırlıyorum. bu hafifçe gülmeme sebep oluyor.
güldüğümü görüyor ve kaşlarını çatıyor. gülmeme sebep olan şeyin, aklıma gelen anının ne olduğunu biliyor.
"daha ne kadar buna güleceksin?"
sırıtıyorum. "ne zaman aklıma gelirse."
gözlerini bıkkınlıkla devirdikten sonra dudağındaki piercingi üzerinde dilini gezdiriyor ve camdan dışarıyı izlemeye devam ediyor.
benim yerimde bir başkası olsaydı suna'nın şu an burada olmak istemeyeceğini düşünebilirdi. ancak ben öyle düşünmüyordum, çünkü onu uzun bir zamandır tanıyordum. ayrıca beni kafeye götürmek isteyen de oydu.
liseye geçtiğimiz ilk günden beri atsumu, ben ve suna birlikteydik. atsumu ile ikiz olduğumdan dolayı sınıflarımızı ayırmak istememişler, bizi aynı sınıfa koymuşlardı. ben ve kardeşim, birbirimizden çok da farklı insanlar değildik. az çok düşünme şeklimiz aynıydı; bir sorun karşısında başvuracağımız ilk yol, favori oyun karakterlerimiz ve giyiniş şeklimiz, bunlar neredeyse aynıydı. sadece atsumu daha dışa dönük biriyken ben içe dönüktüm. ve bu yüzden insanlar bizi farklı kişiler sanıyordu. eh, onları bu konuda suçlayamazdım.
her neyse, işte bu iki kardeş sınıfında en arka sırada oturmayı seçen ve birileriyle tanışmayı es geçip uyumayı tercih eden uzun siyah saçlı, çekik gözleri her şeyden bıktığını ifade etmek isteyen çocuğu radarlarına almıştı bile.
ilk günlerde suna bizden kaçıyor, fakat bu çabaları başarısız oluyor, çünkü ne kadar kaçmaya çalışsa da biz onun dibinde bitiyorduk. bize deli oluyor ve bize kızıyordu. fakat bu atsumu ile benim umurumda olmuyor, onunla eğlenmekten büyük bir zevk alıyorduk. aynı zamanda onunla arkadaş olmayı ikimiz de istiyorduk çünkü hiç arkadaşı olmayan birine benziyordu. ve bir kere bile gülümsediğini görmemiştik.
zaman böyle geçti, suna pes etti ve bizimle takılmaya başladı. öğle yemeklerini birlikte yiyor, ödevleri ortaklaşa yapıyorduk. arada dışarı çıkıyor ve kaykay sürüyorduk. bazen atsumu ile kavga ettiğimizde yine bıkkınlıkla bakan gözleri üzerimizde dolaşıyor, fotoğraflarımızı çektikten sonra annemize atmamak için küçük tehditlerde bulunup bunun karşılığında kendine gazlı içecek aldırıyordu. onun bu sessiz, içine kapanık görüntüsünün altında nasıl bir şeytan yattığını atsumu ile ikimiz çok iyi biliyorduk. ve bu yüzdendir ki benimle atsumu ile anlaştığından daha iyi anlaşıyordu. çünkü atsumu'nun dışa dönüklüğü ve enerjisi ona fazla geliyordu. ben ise ona karşı daha sakin biriydim. daha az konuşur, fakat daha çok yerdim. bazı zamanlar birlikte yemek yerken yemeğimi hızla bitirdikten sonra doymadığımı görüp bana kendi yemeğinden verirdi. böyle davrandığı zaman içimde hiç arkadaşa duyulmayacak tarzda hisler yükseliyor, kendimle münakaşaya girmeme sebep oluyordu. en son yolda yürürken yanımızdan son hızla geçen arabaya karşı beni kendine doğru çekip arabanın benimle temas etmesinden koruduğunda hissettiğim o hızlı kalp atışlarının araba yüzünden olmayışı ile ona karşı bir şeyler hissettiğimi anladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
arrival | atsukita & sunaosa
Fanfictionsıradan denilebilecek yaşamına ve klasik rutinlerine bağlı yaşayan kita shinsuke'nin hayatı, miya atsumu ile tanışmasıyla değişmeye başlar. st: 010321