0.7 | Water : The Storm

599 76 99
                                    

Draco'nun Gemisi

Draco gemisindeki odasında otururken düşünüyordu. Son zamanlarda kendisinin bile yaptığına anlam veremediği şeyleri düşünüyordu. Avatar'ı öptüğü ilk seferde, onu susturmak için yaptığına kendisini ikna etmişti. Tapınakta ise amacı, onun dikkatini dağıtmak ve kaçmasını önlemekti. Ancak üçüncü seferde, hiçbir neden bulamamıştı.

Ona bir ilgisinin olması kendisine saçma geliyordu. Sonuçta yıllardır onu yakalamak için denizlerdeydi. Dünyanın her bir yerini dolaşmıştı Avatar'ı bulmak için ancak itiraf etmeliydi ki yüz yirmi yaşında bir bunak bekliyordu. Böylesine genç, güzel birini değil. Evet, güzel olduğunu kabullenebilmişti. Onu öpmesinin sebebi de buydu. Draco yıllardır denizlerdeydi ve kimseye elini sürmemişti. Bir erkeği bile öpmek istemesinin nedeni bu olmalıydı.

Derin bir nefes alıp, aklındaki düşünceleri bir kenara atarak ayaklandı. Elinden geldiğince bu tür şeyleri düşünmemeye çalışıyordu ama her yalnız kaldığında ister istemez kendini düşünürken buluyordu. Bu yüzden, amcasının yanına gitmeye karar verdi.

Odasından çıkıp, koridorları geçti ve geminin güvertesine çıktı. Amcası da ellerini arkasında birleştirmiş, denizi seyrediyordu.

Draco'nun geldiğini gördüğünde ona baktı Iroh. "Büyük bir fırtına gelecek, Prens Draco."

"Aklını mı kaçırdın amca?" dedi, Draco, şaşkınlıkla. "Hava güneşli. Görünürde bir bulut bile yok."

"Kuzeyden bir fırtına yaklaşıyor." diye tekrarladı, Iroh, bilgece. "Rotamızı değiştirip güneybatıya gidelim."

"Avatar'ın kuzeye gittiğini biliyoruz. Biz de öyle yapacağız."

Iroh derin bir nefes alıp verdi. "Mürettebatın emniyetini düşün, Prens Draco."

Draco kaşlarını çatıp sesini yükseltti. "Mürettebatın emniyeti mühim değil!" Ve tam o anda Iroh'un arlasından bir Ateş Ulusu askeri görüş açılarına girdi. Draco ona bakıp konuşmasını sürdürdü. "Avatar'ı bulmak herhangi birinin emniyetinden çok daha önemli."

Sonra da güverteyi terk etti. Geldiği yolu geri dönüp, odasına girdi ve kendisini yatağına bıraktı. Akşam yemeği vaktine kadar biraz kestirse fena olmazdı.

Bazen amcası onu deli edebiliyordu. Mürettebatın da amcasının da Avatar'ı yakalamanın Draco için ne kadar önemli olduğunu bilmesi gerekiyordu. Onların bu rahat tavırları onu sinirlendirmekten başka hiçbir şey yapmıyordu.

Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak gözlerini kapattı ve kendisini uykunun kollarına bıraktı.

Gözlerini tekrardan açtığında, bakışlarını direkt pencereye çıkardı. Hava çoktan kararmıştı. Akşam yemeği vakti yaklaşmış olmalıydı. Bu yüzden yatağından kalktı ve odasından çıktı. Her zaman yemek yediği odaya geçip, masaya oturdu ve beklemeye başladı. Ancak aradan dakikalar geçmesine, yemek saatinin gelmesine rağmen kimse gelip de yemeğini getirmemişti.

En sonunda Draco beklemekten usanıp ayağa kalktı ve odadan çıkıp, bir alt kata indi. Mutfağa gidip bu gecikmenin nedenini soracaktı ama Ateş Ulusu Asker'lerinin kaldığı yatakhanenin önünden geçerken amcasının sesini duyduğunda olduğu yerde durdu ve dinlemeye başladı.

"Anlamaya çalışın." diyordu, amcası, yumuşak bir sesle. "Yeğenim anlaşılması güç bir genç. Çok şey yaşadı."

Bunu demesiyle Draco'nun aklına eski anılar doluşuverdi. Amcası da askerlere tam olarak bu anıları anlatmaya başladı. O anlattıkça Draco'nun zihninde hepsi birer birer tekrar canlanıyordu.

The Last Airbender | Drarry Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin