BÖLÜM 1

52 6 2
                                    

1 Mayıs 1936

Gözlerimi güneşin ilk ışıkları ile aralıyorum. Yepyeni bir güne uyanmanın mutluluğu var içimde. Her günün yeni bir umut olduğunu her umudun insanın ayakta durmasına yardım eden, yaralarını iyileştiren bir merhem olduğunu çoktan öğrendim. Bunun için gözlerimi açtığım her sabah benim için bulunmaz bir nimet oldu. Tıpkı bu sabah olduğu gibi. Yine aynı şükran duygusuyla yatağımdan çıktım. Öncelikle yatağımı topladım daha sonra günü geçireceğim elbisemi giydim ve güzelce saçlarımı taradım. Her gün yaptığım gibi yanlardan iki tutam alıp arkadan toka ile sabitledim.
Akşam yatmadan önce okuyup gözlerim yorulduğu için komodinimin üzerine bıraktığım kitabımı aldım ve aşağıya indim.
Henüz konakta Züleyha abla ve ben dışında uyanan yoktu. Züleyha abla konağın aşçısı.Tertemiz bir kalbe, tatlı mı tatlı bir dile sahiptir. Hem derdimin hem mutluluğumun ortağı. İşine yaraşır bir de cüssesi vardır. Tombul, kısa boyludur. Pespembe yanakları ise onun sevimliliğine sevimlilik katar.

Mutfak kapısının girişinde durdum. İşine o kadar adapte olmuştu ki beni asla farketmiyordu. Büyük bir keyifle birazdan uyanacak olan ev halkı için kahvaltı hazırlıyordu. Onu korkutmaktan çekinerek usulca;

"Günaydın, Züleyha abla bana türk kahvesi pişirir misin?" Dedim.

Gözlerini hemen sesin geldiği yöne dikti.

"Ooo Günaydın Afitap kızım. Bakıyorum yine erkencisin. Kahveni hemen hazırlarım merak etme."

Yüzüme sıcak bir gülümseme yayılıyor.

"Sağ ol Züleyha ablam. Erken kalkmak ruhuma çok iyi geliyor. Sen de biliyorsun ki konağın en huzurlu vakitleri sabahları oluyor. Ben de bu kısa süreli huzuru kaçırmak istemiyorum."

"Doğru söylüyorsun kızım. Huzur bu konaktan senin annenle beraber çok yıllar önce gitti."

Yüzümdeki gülümseme bir miktar yerini burukluğa bırakıyor. Ne kadarda doğru bir cümleydi " huzur bu konaktan senin annenle beraber gitti." Demek ki bir tek eksik kalan ben değilmişim,konakta hep bir miktar eksikmiş ve çalışanlar bu amansız eksikliğin hep farkındaymış. Üzüldüğümü fark ettirmemeye çalışıyorum. Züleyha ablanın yanına gidiyorum o henüz pişmiş dumanı üstünde kahvemi mavi kuşlu fincanıma koyarken ben de ona yardımcı olmak adına suyumu kendim koyuyorum. Züleyha abla bana dönerek;

"Kahven hazır Afitap kızım afiyetle iç." diyor.

"Ellerine sağlık ablam, pek de güzel kokuyor." diyorum.

Tepsideki kahvemin dumanı mutfağın dört bir köşesini sarıyor. Bir elimde tepsi bir elimde kitap bahçemizin en has köşesine doğru ilerliyorum. Adeta çiçekler arasında cennetten bir köşe beyaz kamelya. Huzurlu dakikalarımın sahibi, gözyaşlarımın şahidi. Bembeyaz zambakların,pembe karanfillerin, kıpkırmızı güllerin arasında adeta dantelle emek emek işlenmiş gibi yükseliyor. Çoğu zaman ben ona anlatıyorum kederimi vakti geliyor ben gözlerimi kapatıyorum o bana anlatıyor bir bir anıları. Tahta masasında kaç kitabım bitti. Kaç fincan kahve içildi hatırlayamıyorum bile. Mütemadiyen yaptığım gibi bugünde kırk yıl hatırın kalsın ben de diyeceğim.

Kahvemi ve kitabımı masaya bıraktım. Ben de bir köşesine oturdum beyaz kamelyanın. Konak tam karşımda yükseliyordu. O da kamelya gibi bembeyaz. Emek emek işlenmiş bir dantel gibi. Heybetli duvarları arkasında çok büyük anılar gizli. Dışarıdan herkesin hayali fakat içi tam bir yangın alevi. Her şeye sahipsiniz fakat yüreğiniz hep bir harp yeri. Kristal bir kürenin içindesiniz o kadar değerli fakat duygularınız hep eksik yani bir o kadar suni.

Ben Hakim Mehmet Veli Efendinin kızı Afitap. Gözleri hüzünlü bakan ama aklı hep aydınlıktan yana olan Afitap. Annemin de dediği gibi "ben kadının akıllısını, kendisini bilim yoluna adayanını severim." diyen Afitap. Annemi yıllar öncesinde amansız bir hastalığın sonucunda kaybettim. O zamandan beri yüreğim hep yangın yeri. Aklımda onun bu sözü. Ona yeterince sarılamadım fakat onun sözleri hep aklımdaydı. Ben de annemin sözlerinin doğrultusunda on sekiz yaşımda gencecik bir hemşire oldum. Gerçi mesleğimi elime aldığımda buradan uzaklaşırım diye hayal kurarken babamın müsaade etmemesi sonucu yine burada kalmak zorunda kaldım. Annem vefat ettikten sonra konağın sakin huzurlu halini de beraberinde götürdü. Bir süre sonra da babam çevresinin teşvikiyle üvey annem Vahide ile evlendi. Vahide hanım alafranga yaşama düşkün, çalgısı çengisi eksik olmayan bir kadındı. Onun gelmesiyle beraber bir kız bir erkek ikiz kardeşim oldu. Şükran ve Tufan,onların doğumu beni bir nebze de olsa mutlu etmişti. Yalnızlığımın çaresi olacaklarını düşünmüştüm fakat öyle olmadı. Üvey annem Şükran ve Tufan'a dokunmama hiç izin vermedi bir istisna dışında. Akşam babam eve gelince onun yanında kendini belli etmez tahammül edemese dahi kardeşlerimi sevmeme göz yumardı. Gerçi bu durumda çok uzun sürmedi Şükran ve Tufan'ın akılları ermeye başlayınca onlar benden kaçar olmuştu yani koca konakta her zamanki gibi tek başıma kalakalmıştım.

Elime kitabımı aldım sayfalarını bir bir çevirdim. Hikayenin içine bir girdim bir çıktım.Sayfalar geçtikçe ben de gerçek dünyadan geçtim.Yudum yudum içtim kahvemi. Yeri geldi serin meltem masama bir tutam çiçek buketinin kokusunu bıraktı yeri geldi ben serin melteme kahvemin kokusunu hediye ettim. Her zaman gitmek istediğim beyaz konaktan uzaklaştım.Her sayfada zaman mefhumum değişti.

Kahvemin sonuna geldiğimin hiç farkına varamadım. Ben kitabımı okurken meğer çoktan bitmiş kahvem. Gözlerim hala konaktaydı. Dışarıya bahçıvanımız Mehmet efendi de çıkmıştı.Çiçekleri suluyordu. Daha sonra kapıda Züleyha abla göründü bana doğru seslendi.

"Afitap kızım hadi gel. Kahvaltı hazır."

Hafifçe başımı sallayarak geliyorum işareti yaptım. Ne yapalım her güzel şeyin bir sonu var öyle değil mi ?Konaktakiler uyanmış. Hayat aynı gürültü ve kargaşasıyla devam ediyor. Tepsiyi ve kitabımı elime aldım ve konağa yöneldim.

AFİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin