Hüzün sanki birisi tarafından akan kanıma enjekte edilmişti ve şu an damarlarımın her bir zerresine temas ediyordu. Var olan sinirim de bunun yanında cabası. Yakıp yıkma isteği aklımdan çıkmıyor. Çiviyle çakılmışcasına beynimle bütün ve o kadar ağrılı. Gözlerim odanın dört bir yanında dönüyor. Tahta kapıdan, boy aynasına oradan pencereye ve tekrar tahta kapıya. O sırada kapım aralanıyor Züleyha abla gözüküyor kapıda yüzünde büyük bir düş kırıklığıyla giriyor içeri.
"Üzülme güzel kızım benim, elbisenin bulunur bir çaresi fakat şu an daha önemli bir sorunumuz var. Aşağıda kapıda küçük bir çocuk seni soruyor. Afitap hemşire nerede diye ortalığı yıkacak. Kendini bir toparla da bak bakalım çocuğa."
"Hayrolsun bakalım acaba ne sorunu var?"
"Bimiyorum ki hiç kimseye söylemiyor. Sadece seni çağırıyor."
"Tamam, Züleyha abla sen git bakalım, haber ver ben hemen geliyorum."
Hemen lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Birkaç parça derin derin nefes alıp verdimve sakinleşmeye çalıştım. Kendimi iyi hissettiğim anda hemen aşağıya indim. Kapı açık ve hemen karşımdan Şükran ile Tufan'ın yaşlarında küçük bir çocuk. Üzerindeki kıyafetlerine baktığımda yoksul bir ailenin çocuğu olduğu belli yanına gidiyorum ve öncelikle yüzündeki korku ifadesini silmeye çalışıyorum.
"Merhaba canım, ben Afitap hemşire bana ne olduğunu anlatır mısın?"
"Afitap hemşire yetiş ablam doğum yapıyor."
Yüzümdeki merak ifadesi derinleşiyor acaba evleri nerede?
"Peki, eviniz nerede?"
"Sokağın en sonunda,küçük bir ev var orası bizim evimiz."
Biliyordum o evi. Altı ay kadar önce göç etti o aile. Bildiğim kadarıyla da babam birkaç defa yardım gönderdi fakat bize evde yaşayan hamile bir kadın olduğundan hiç söz etmedi. Sanırım onun da haberi yoktu. Keşke olsaydı. Yardımlarımıza ona göre takviye gıdalarda eklerdik ki bebek ve annesi yeter derecede beslensin.
Üzerime vestiyerden ince bir hırka, sağlık dolabından da ilk yardım çantası ve doğum için gerekli birkaç malzeme daha aldıktan sonra hemen çıkıyorum. Çocuk önümde ben arkasında koşar adımlarla evlerine gidiyoruz. İkimiz de nefes nefese kalmıştık fakat sonunda eve vardık.
Burası oldukça küçük ve bir ailenin yaşaması için de bir o kadar yetersiz bir evdi. İnanamıyorum şimdi de bu eve küçük bir bebek mi gelecekti. Adını henüz öğrenmedim çocuk aceleyle evin kapısını açıyor ve içeriye giriyoruz. Evin annesi olduğunu anladığım kişi karşılıyor bizi.
"İsmail sağ ol oğlum. Afitap hemşire hoş geldin kızım doğum yapıyor. Allah rızası için yardımcı ol."Hoş buldum dedim ve hemen anne adayının olduğu odaya geçtim fakat hiç görmek istemediğim bir manzarayla karşılaştım. Doğum yapacak olan kişi daha çocuktu. Hemen annesine döndüm şaşırmış ve bir o kadar da tedirgin olmuş bir ses tonuyla;
" Kaç yaşında?"
" Kızım Nihal on üç yaşında."
"Nasıl müsaade ettiniz kızınızın bu kadar küçük yaşta evlenmesine, bu doğumu nasıl kaldıracak bünyesi?" diye kızgın bir sesle sordum.
Kadının gözünden bir damla yaş süzüldüğünde olanların aslında hiçte tahmin etmediğim gibi olmadığını anladım."Nihal evli değildi." dedi
Duyduğum ve gördüğüm manzara karşısında her ne kadar şaşırsam da bu doğumu ben gerçekleştirecektim ve olabildiğince soğukkanlılığımı korumak zorundaydım. Korudum da. Hem ben korudum hem de hastanın korumasına yardımcı oldum fakat hayatımda girdiğim en sıkıntılı doğumlardan biriydi. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Bir dakika, bir yılmış gibi yavaş akıyordu. Sanırım burada duyduğum çığlıklar yıllar boyunca kulaklarımdan silinmeyecek. Neyse ki hem bebeğimizi hem de annemizi kurtarmayı başardık. Nur topu gibi bir kız bebek dünyaya geldi fakat Nihal'in bedensel olarak kendini toplaması için bir miktar zamana ihtiyacı var,psikolojik kısmını ise hiç hesap edemiyorum.
Nihal'in annesi yanıma yaklaşıyor ;
"Allah bin kere razı olsun senden kızım. Sen olmasan ne yapacaktık biz. Nihal ne yapacaktı?""Lafı bile olmaz."
"Kızım biz sana çok borçlandık fakat şu an ne elimizde var ne de avucumuzda."
Ah be teyzem Nihal'in elinden çocukluğu, hayalleri, hayatı alınmış. Ben de sizden şimdi bir şeyler alırsam haksızlık olmaz mı? Diye düşündüm.
"Sizin bana tek borcunuz şu olsun;Nihal'in güzeller güzeli bir kızı oldu. Onu okutun vatanımıza, milletimize hayırlı bir evlat olarak yetiştirin. Bana olan borcunuz kapansın."
"Yüreği güzel gönlü güzel Afitap hemşire, bir kahve içmeden seni asla yollamam."
Aslına bakılırsa benim aklımdan sabah ki hadise çıkmıyor saatin kaç olduğunun farkında değilim sanırım ihtişamlı davete saatler kalmış olmalı ve benim ortada bir elbisem dahi yok fakat bir taraftan Nihal'in başına ne geldiğini oldukça merak ediyorum ayrıca benim biraz daha burada kalmam Nihal açısından da daha iyi olacak.
"Tamam olur. Bir kahvenizi içerim fakat ben sizin adınızı henüz öğrenmedim."
"Benim adım Süreyya."
"Tanıştığıma memnun oldum Süreyya hanım. Ben o zaman divana geçiyorum."
"Tabii Afitap kızım geç otur. Ben de kahvelerimizi hazırlayayım."
Ben divana geçerken aynı zamanda etrafı incelemeyi de ihmal etmiyordum. Ev eşyası oldukça az ortada bir sehpa, yerde ince bir hasır, divanlar ise ayakta durmakta dahi zorlanıyor. Gerçekten bu ailenin haline çok üzüldüm. Derhal babama haber vermeliyim ellerinden ne geliyorsa yapsınlar.
Süreyya hanım bir süre sonra elinde iki fincan kahveyle geldi. Fincanların ikisi de değişik ve tabakları da yoktu. Süreyya hanımın yüzünde bir miktar mahcubiyet duygusu hissediyordum. Yüzündeki bu duyguyu atabilmesi için elimden gelen her şeyi yapacaktım.
"Süreyya hanım ellerinize sağlık kahvelerin köpükleri ne kadar güzel, kokusu da bir harika geliyor.
" Sana layık değil ama elimizden bu kadarı geliyor. "
" Süreyya hanım insanoğlunun istediği hiç bir şey maddi şeylerde saklı değildir. Tamamiyle manevi kavramlarda saklıdır. Bu bazen sohbet etmek olabiliyor,sevgi göstermek olabiliyor bazen de saygı duymak olabiliyor. İnsanların buna ihtiyacı var."
Süreyya hanım başını önüne eğiyor. Derin düşüncelere dalıyor. Yüzündeki derin çizgiler iyice derinleşiyor. Kahverengi gözleri yerdeki hasırın üstünde gezdikçe geziyor. Sonra dönüyor ve benim yeşil gözlerimde sabitleniyor.
Derin bir derdi var ve bunu benimle paylaşmak istiyor.Acaba cesaret edebilecek mi ?