20|başlangıç.

242 41 85
                                    

Ben ne yapıyordum acaba, burada böylece dururken, Hendery'nin gitmesine izin verirken? Yangyang'a gittiği açıktı, benim üstü kapalı laflarımdan hoşnut olmamıştı belli, gerçeği öğrenmek isteyecekti ve Hendery hiç farkında olmadan kendini benim ateşime kurban edecekti, bunca kırığımın arasında en çok acıtanını görecek, beni bir de öyle yerle bir edecekti. Doğrusu bu olaydan kimsenin haberi olsun istemiyordum, o günün kâbusları sebebiyle gecelerce uyuyamadığımı, ölmeyi bile defalarca kez aklımdan geçirdiğimi, yıllardır kabuk dahi bağlamamış o yaranın göğsümden bütün vücuduma keskin bir sızı olarak yayıldığını kimse bilmemeliydi.

Ben böyle kırılmıştım, evet, güzel kırılmış, sonunda paramparça olmuştum ancak bu hâlimden kimsenin haberi olmamalıydı.

Korkacak, kaçacaklardı.

Kimseyi korkutmaya hakkım yoktu ki benim.

Yaklaşan hızlı adım seslerini duyduğumda yorganı biraz daha çektim başıma kadar, o an orada Xiao Dejun değil de bir hiç olmak, un ufak olup havaya dağılmak, belki yerin dibine girmek isterdim çünkü gözlerine nasıl bakacağımı dahi bilmiyordum, nasıl tepki vereceğini bilmiyordum, hiçbir şey bilmiyordum. Öyle ki tepkisi hakkında akıl dahi yürütemiyordum çünkü ben bu olayı ömrüm boyunca kimseye anlatmamıştım. Büyükanneme, teyzeme, yakın olduğumuz arkadaşlara, onları bırak, duvarlarıma bile... Sanki anlattıklarımı başkalarına yetiştireceklerdi de ondandı bu titizliğim.

Ancak bazı acıların duvarlara dahi anlatılmaması, derinlerde saklanması gerekir.

Zaten duvarlardan birinin bana garezi olup olmadığını nereden bilebilirdim ki?

Kapı açıldı, yavaş adım sesleri kulağıma doldu, bir süre benden uzakta durdu ve ben nasıl yaptım bilmiyorum ama başımı çıkardım. Zordu, o yorganı sıyırmak, Hendery'nin o acıma duygusunun ele geçirdiği koyu kahve gözlerini görmek, bunun üzerine dudaklarımı aralayıp gayet soğuk bir şekilde ona soru sormak acı vericiydi. Boğazım düğüm düğüm oldu sanki, içim acıdı, uzun zamandır böyle acımamıştı.

"Öğrendin mi her şeyi?" Sesim sanki bir yabancınındı, o kadar farklı hissettiriyordu ki odada başka birisi olsa benim yerime onun konuştuğunu düşünürdüm. O da öyle düşünmüş olmalıydı ki dudakları aralık kaldı, şaşkındı, beni daha önce böyle görmediği için o da perişandı. "Ben... üzgünüm." Ah, Hendery, sorduğum soruya o ancak bu kadar alâkasız bir cevap verebilirdi fakat bunu ona çok görmemiştim çünkü onun da dağıldığını, kendine bir yabancı gibi hissettiğini biliyordum, kısık ve çaresiz ses tonu can yakıcıydı çünkü. Ben onun sesini birçok şekilde duymuştum elbet, gülerken, sevinirken, alay ederken, ima ederken veya sadece konuşurken ama böyle bir tonu daha önce hiç duymamıştım.

Sanki bu da canımı yakmıştı, biraz.

"Üzgün olma Hendery. Üzülmek hiçbir şeyi daha iyi yapmaz. Güven bana, ben iyi bilirim." Biliyordum ki konuşuyordum, yıllarca çektiğim üzüntülerim gözlerimin önüne geliyor da söylüyordum ona çünkü benim acımı çekmesi, bu sebeple kendisine eziyet etmesi oldukça mânâsızdı. Olan olmuştu, evet olan oldu diye diye kurutmuştum zaten gözümün yaşını, her şeyi bu şekilde görmezden gelmiş, geçmişte hatırlamak istemediğim tonlarca anının arasına sıkıştırıp yıllardır açılmamış bir kitap gibi orada öylece bırakmıştım. Lakin bugün zihnimin içinde depremler olmuştu, bugün raflarım devrilmiş, kitaplarım yıllar sonra ilk kez açılmıştı, bugün geçmişe dönmüştüm.

Bu kendime yaptığım en büyük kötülüktü belki de.

Zaten ben buraya bunu göze alarak dönmemiş miydim?

O adamın yaşadığı ülkeye tekrar ayak basmak ne haddimeydi?

"Söylemesi kolay ama... elimde değil ki." Sesi fazlasıyla buruktu, onun bu hâli daha da kötü hissetmeme sebep oldu çünkü kimsenin benim için üzülmesini istemiyordum, özellikle onun. Hendery mutlu olmak için doğmuştu, gözleri içi parıldasın diye yaratılmış, dudakları güzel gülümsemesiyle gören herkesin gününü aydınlatması için var olmuştu. İnanın ki en çok onun gözlerine yakışmıyordu gözyaşlarıyla dolu olmak, bu böyle olmamalıydı.

ReverieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin