41|birlikte.

181 32 153
                                    

Pazartesi günü gelmişti çoktan, sıradan bir okul günü daha başlıyordu. Üçüncü dersimiz henüz bitmişti bu yüzden Hendery ile dışarı çıkıp biraz hava almaya karar vermiştik. Hendery'nin söylediğine göre Renjun yine bir işler karıştırıyordu ve izlemesi keyifli olacaktı. "Dün eve bir geldi, elindeki gösterdi abi nasıl diye. Yemin ediyorum Dejun aklıma geldikçe gülmekten yarılıyorum resmen. Bunu kaçıramayız."

"Ne olduğunu söylesen ya Hendery?" Geldiğimden beri bundan bahsettiği ve ne kadar komik olduğunu anlattığı için epey meraklanmıştım doğrusu. Birlikte merdivenlerden iniyorken onu izliyordum ancak o sadece aklına gelen şeyle gülüyor ve başını iki yana sallıyordu. Bugün her zamankinden biraz daha farklıydı, ceketini giymemiş, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlamış ve üstteki düğmeyi açarak kravatını genişletmişti. Gri tonlarındaki saçları her zamanki gibi yandan ayrıktı, gülüşü yüzünde belirgindi, elleri ceplerindeydi ve sol bileğinde bir iki tane ipli bileklik vardı, kollarındaki damarlar çıkıktı. Bu haliyle her zamanki iyi öğrenci görünümlü Hendery'den çok okulun havalılarından Hendery gibiydi.

"Olmaz kendi gözlerinle görmen lazım."

"Ruhumun pembesi desem de mi olmaz?" Şansımı denemek için biraz kulağına eğilsem de bir anda bana dönüp duraklamış, sonra dengesini kaybetmemek için kolumu tutmuştu. Bunu her söylediğimde eli ayağı birbirine dolaşıyordu ve bu halini seviyordum, üzerinde bıraktığım etkiyi görmek, Hendery'nin beni sevdiğini bilmek ve yanında olmak hoşuma gidiyordu, doğrusu en az onun kadar bu hisse de aşıktım. "Ama olmuyor böyle güzelim, öldüreceksin bir gün beni böyle yaparak haberin olsun."

"Güzelim mi?" Bir anda söylemesiyle şaşırmamış değildim, hatta ruhumun pembesi onun üzerinde nasıl etki yaratıyorsa bu da benim üzerimde öyle bir etki yaratmış, sendelemiştim. Bunun farkındaydı, bir kahkaha attı, bilmiş bakışlarının altında kalmıştım. "Böyle olur işte. Düştün değil mi?"

"O kadar kolay mı sandın ruhumun pembesi, biraz daha yaratıcı olman lazım." Büyük kapıdan dışarı çıktık sonra, bahçe kalabalıktı ancak her zamanki kadar değildi. Gözlerim kalabalığın içinde kardeşimi arıyordu ve çok geçmeden bahçenin en uç tarafında görmüştük onu ve arkadaş grubunu. Beden dersinde oldukları eşofmanlarından belliydi, Renjun baskılı bir tişört giyiyordu fakat üzerindeki baskıyı görebildiğim söylenemezdi, Yangyang ise ceketinin iki yakasını kimse açamasın diye birbirine çekip duruyordu, Renjun ona çıkarttırmaya çalışsa dahi izin vermiyordu, herkes kahkahalarla gülüyordu yanlarına iyice yakınlaştığımızda. "Ne oluyor gençler?" Sorumla birlikte herkes bir süreliğine bana döndü ancak çok geçmeden tekrar gülmeye başlamışlardı, Hendery de gülüyordu ve ortamda hiçbir şey anlamayan bir tek ben vardım en azından Renjun kalkana ve karşımda durarak tişörtünü gösterene dek.

Büyük baskı aslında Yangyang'ın cumartesi akşamı zorla çektiği fotoğraftı, altında ise "Merhaba, ben sevgilisiyim." yazıyordu.

"Tişörtüm nasıl Dejun Hyung? Yangyang için de aldım ama göstermiyor bir türlü, üzüyor beni çok." Kahkahalara boğulmaktan alamadım kendimi, Yangyang'ın yüzü de iyice kızarmıştı şimdi. Bana sinirle bakıyor, gülmememi söylüyordu ancak bu biraz imkansızdı, kendi de farkındaydı. "Çok güzelmiş Renjun, çok beğendim." Gözlerinin içi parlıyordu şimdi, gülümsemesi öyle büyüktü ki sanki ışığı gözlerimi alıyordu. "Değil mi ama! İstersen sizin için de yaptırırım, hiç sorun olmaz." Şöyle bir tişörtü giyebileceğim düşüncesi tüm tüylerimi diken diken ederken yine de nezaketen gülümsedim. "Hiç gerek yok canım, uğraşma öyle, biz böyle iyiyiz. Değil mi Hendery?"

"Yine mi olduk Hendery?" Bana takılmayı, insan içinde utandırmayı seviyordu ve bunu fazlasıyla belli ediyordu ancak günün sonunda kızarıp kaçan da o oluyordu, bu da komikti tabii. "Değil mi ruhumun pembesi?"

ReverieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin