Günün ilk ışıkları daha kendini gösteremeden Leo uyanmıştı. Boş gözlerle tavanı izliyor, bugün başına neler geleceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Biraz düşündükten sonra çabuk hareketlerle ayağa kalktı ve eşyalarını toplamaya başladı. Aynı yerde bir geceden fazla kalması, su ve erzak açısından sıkıntı çekmesi demekti. Bu lanet yürüyen ölüler tüm ülkeyi -belki de tüm dünyayı- ele geçirdiğinden beri yiyecek bulmak o kadar da kolay değildi. Leo bu felaketin ne kadar zaman önce başladığını artık tam kestiremiyordu. Kendisi gibi sağ kalanların olabileceği umudu da yavaş yavaş tükeniyordu onun için. Güneşli saatleri kaçırmamalıyım, belki de bugün yeniden o süpermarkete girmeyi deneyebilirim. diye düşündü. Dünkü denemesi tam bir hüsranla sonuçlanmıştı. Yürüyen ölüler onu daha markete giremeden sıkıştırmıştı, eğer yangın mervidenine sıçrayıp çatıya çıkmasa belki de ölebilirdi. Teşekkürler lacros! . Kendi kendine gülümsedi. Bütün bu felaketlerden önceki o güzel hayatına dair en çok özlediği şey belki de lacrostu. Antremandan sonra takım arkadaşlarıyla otobüslerine biner, şehrin gece hayatına karışırlardı ve sabaha kadar durmaksızın içerlerdi. Bu kaslı ve atletik vücudunun sebebi lacrostu. Daha sonra aklına Jade geldi. "Ahh, eğer burda olsan, eğer nerde olduğunu bilsem; belki bu işkenceye çok daha rahat katlanabilirdim." Jade'i en son gördüğü anı unutmamak için her gece kendine tekrar ediyordu. Jade, Leo'nun sevgilisi, aynı zamanda takımlarının amigo kızlarının lideriydi. Zaten bu sayede tanışmışlardı. Büyük felaketten iki gün önce Jade ailesiyle göl evine gitmeden hemen önce görüşmüşlerdi. "Sadece bir hafta kalıcam, hem belki sen gelirsin benim yanıma" demişti Jade ve daha sonra bir öpücük kondurup gitmişti. Leo eğer o öpücüğün son öpücük olma ihtimali olduğunu bilseydi belki dudaklarını biraz daha bastırırdı.
Leo düşüncelerinden sıyrıldı ve eşyalarını çoktan toplamış olduğunu fark etti. "Lacros kaskım, formam, sırt çantam, mataram ve silahım." Silahım dediği şey dün yiyecek bulmak için girdiği bir apartman dairesinde intihar eden bir adamın elinden aldığı eski model bir tabancaydı. İçinde mermisi bile yoktu ama yine de yanında taşımaya karar vermişti, mermisini bulabileceğini umut ediyordu. Son kez çantasını kontrol etti: yarısı yenmiş bir kutu konserve fasulye, bıçak, çöpten bulduğu yaklaşık 2 metre uzunluğunda ip ve yine yarısı dolu su matarası. Kaskını ve formasını üstüne geçirdi, onu zombilerden koruyan en önemli şeylerin onlar olduğunu düşünüyordu. Hatta geçen hafta bir zombi Leo'nun sırtını ısırmaya çalışırken bu formaya takılmıştı. O günden beri de Leo formayı çıkarmamaya özen göstermişti. Zaten sadece gün ışığında hareket edebiliyordu. Gecenin karanlığında bu yürüyen ölülerin nerden geleceğini kestirmek imkansızdı. Uykuya dalamadığı gecelerde, karanlığın içinden gelen sesler de çok tuhaf gelmişti Leo'ya. Gündüz duyduğu zombi seslerinin aksine, geceleri daha farklı çığlıklar işitiliyordu. Belki de sadece geceleri ortaya çıkan daha farklı zombiler olabileceğini düşünmüştü fakat emin değildi.
Güneş artık kendini iyice göstermeye başlamıştı ve Leo yola çıkması gerektiğini biliyordu. Başından beri amacı Jade'in göl evine ulaşmaktı ve hala önünde uzun bir yol vardı. Çantasını sırtına geçirdi, eline bıçağı aldı ve dün gece uyumuş olduğu bu dökük apartman dairesinden ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıyamet Sonrası Aşk
Horreur" İşte sevdiğim kız, sevdiğim kadın. Yeniden görebilmek için haftalar boyunca yaşayan ölülerin arasında savaştığım kadın. Soğuk ve bomboş şehirde sırf onun için kalbimi sıcak tuttuğum kadın. Ve şimdi tek yapabildiğim onun yönelttiği soğuk ve boş ba...