bölüm bir : ilk ısırık

728 53 30
                                    


Görüyorsun, yazgım ruhuma işlenmiş
Her bir parçası yaldız ile süslenmiş.
Ay yıldızlara kızıp küserken
Kıyamet kalbimin tarlasına ekilmiş.❞

Yaşamıma dışarıdan baktığımda pek de huzurlu bir geçmiş görebildiğimi söyleyemem. Aksine, ne zaman baksam içim yeniden, ilk defa yaşıyormuşum gibi hissettirecek duyguların gazabına uğruyor, çok geçmeden istediklerini almışçasına sızıyor ve üzerimde uyuşuk bir his bırakıyorlardı. Ne var ki, hiçbirinden şikayetçi değildim, ne bu duygulardan ne de geçmişte attığım adımlardan. Bu geçmişimi, bu yaşamımı huzursuz kılacak hatalarım değildi çünkü, zaten hataları hâlâ hâlâ hatırlayıp büyütmek insanoğlunun en büyük budalalığıydı kuşkusuz. Bana göre hayattaki en önemli şey, hayatın sebep olduğu iyiliğin de kötülüğün de; üzerine basılan toprağın, solunan havanın, gözleri yaşartacak gökyüzünün de tadını çıkarmaktı. Bulunduğu o zamanın saniyelerini saymak değil, yaşamaktı. Hata yapmaktı belki de, yaşamıma baktığımda bana bir şeyler öğreten o nice öğreticilerin hepsinin yaptığım hatalardan oluştuğunu görüyordum. Acıydı kuşkusuz, hatanın tadı tatlı olmazdı, insanın üzerinde bıraktığı his başta hiçbir zaman güzel gelmezdi, diliniz yanardı, söverdiniz kendinize; etrafınıza, hayata ve o an aklınıza gelen yaşayan varlıkların hepsine. Fakat daha sonrasında sanki bir peri misali ruhunuza bir el dokunurdu, sinirinizi içinizden alır ve başınızı okşayan bir duyguyla sizi başbaşa bırakırdı. İşte o zaman hata yapmanın sizde bıraktığı o öğretiyi, o olgunluğu hissedebilirdiniz içinizde.

O yaşlarda böylesine algılayamazdım bunları, evreni ve çevremdeki insanları her zaman mutlu zannederdim. Çocuk kalbi ya, kalbim gözlerime bağlıydı. Etrafımı nasıl görmek istiyorsam öyle görüyordum. Kenarda açlıktan süklüm püklüm oturan köpek gözümde çok yemekten dolayı zevkle karışık pişmanlıkla inliyordu, sevgilisinin onu aldattığını öğrenen kasabanın genç kızlarından biri biricik aşkının ona evlenme teklifi etmesinden dolayı ağlıyordu, bir oyuncak dükkanının camına uzunca bakan yaşlı, üstü eskimiş keçe yeleğe sahip, saçları ağarmış ve omuzları düşmüş adam çocuğuna hangi oyuncağı alacağını düşünmekten orada dikiliyor, gözlerini oyuncakların üzerinde gezdiriyordu. Kalbim gözlerime bu düşünceleri bir kanal aracılığıyla yolluyor, gözlerim de bunu bir emire uymaktan ziyade iş birliği yapıyormuşçasına büyük bir zevkle olanları değiştiriyordu. Bu sebeptendir ki o yıllarda gerçeği hiç göremedim. Ancak, bu fazla sürmedi, gözümle gönlümün arasındaki bağı koparan birini ağırlamıştım geçmişimde. Adı Hwang Hyunjin idi.

Onunla tanışmam ben on üç yaşında, mevsim yaz mevsimiyken, büyümeye yeni başladığım, sorumlulukları elime acemi fakat bir o kadar da büyük bir iştahla, büyük bir özveriyle aldığım halimde gerçekleşti. Birkaç ihtiyaç için pazara inmem istenilmiş, ben de bunu heyecan ve nihayetinde kendimi gösterebileceğim sebebi ile kabul etmiştim. Küçük para torbamı elimde sıkıca tutarken etrafımda göz gezdiriyordum. Tanıyordum buraları, annemin ne zaman pazara gitse beni de yanında götürmesi sebebiyle alışıktım bu yollara, ayrıca çok da uzak sayılmazdı, bu yüzden hiç sorun yaşamadan vardım oraya. Annemin benimle gurur duyacağını düşündükçe canlanan suratım satıcıları da gülümsetirken alışverişi yapmamda kolaylık sağlamışlar, hatta satıcılardan birisi bana kıpkırmızı, üzerinde yansıyan gökyüzünü görebileceğim parlaklıkta bir elma bile vermişti. Bunu gençliğimin bana verilen ilk armağanı olarak görmüştüm o zaman. Gülümsemenin, mutlu olmanın sahip olduğu ve kibar bir şekilde bunu yapan herkese verecek bir sürü hediyesi olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzdendir ki yüzümde gülücük eksik olmuyordu, zaten kendim de suratı asık bir çocuk olmamıştım hiçbir zaman. Diyorum ya, ne görmüş, ne hissetmiştim ki suratımı onlara karşı asma ihtiyacı duyayım?

bloody moon | hyunmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin