• Bölüm 1 •

172 5 0
                                    

Selam , Deniz ben. Herşey Haziran ayında başladı aslında , o gün hiçbirimiz bunların olacağını hayal bile edemezdik halbuki. Bilmediğimiz bir yerde hayatıma sonradan giren ama herşeyim olan kızla... Neyse en baştan alacak olursak , hepsi Yekta'nın suçuydu. Damarlarımda kraliyet kanı dolaşıyor içki içmek bizim kanımızda var diyen turuncu kafanın, 3. Tequilada kafayı bulması beklemediğimiz birşeydi.
16 Haziran 2014 - Nişantaşı
" Bora oğlum tut şunu bak başımıza kalacak sonra hatırlamıyor musun yılbaşını?"
Bora herzamanki gibi koy ver gitsin tavrını takınarak "yok be en fazla ne olabilir ki" modundaydı. Bora daha cümlesini bitirmeden gözümüz barın ortasındaki Yektaya takıldı. Bir eli belinde , diğer elininin işaret parmağını havaya kaldırıp sallıyor, bir yandan da bir şarkı çığırıyordu. Yarım ağız gülerek hafifte endişeli bir şekilde Boraya baktım. Sanırım 30 saniye önce söylediği " ne olabilir ki ? " cümlesinin pişmanlığına varmıştı. Hızlı adımlarla Yektanın yanına vardık ve güzel assolistimiz o naçizhane sesiyle şarkısına devam ediyordu.
"ZATEN AŞKLAAR YALAAN DOLAAN SONU HEP SIZII HÜSRAN GERİYEE KALAAN..." Önce bir iki adım atıp Yektayı kenara çekmeye yeltendim olmadı, Boradan destek beklerken beyefendi sandalyeye oturup gülme krizini atlatmakla meşguldu. Kuzenimiz dedik bağrımıza bastık ama arkasını toplamaktanda yorulduk be arkadaş! Bıraktım Yekta'yı olduğu gibi , bırakmaz olaydım.. Daha iki dakika geçmeden dallamanın biri "Ee yeter be senin sesini çekmeye gelmedik buraya " diyerek Yekta'nın üzerine yürümeye başladı. Ben yanlarına gidene kadar Bora gitmişti ve izbandut gibi heriften nasibini almıştı. Bora'ya inen yumruğun bedeli olarak bir tane de ben geçirdim adama ,sonra o bana ben ona , ordan Boraya bir ara o arbedede yanlışlıkla Bora'ya da geçirdim yani galiba neyse lüzumu yok bunun , şimdilik. Sonrası mı? Sonrası karakol ve Ramiz beyin bizi bir güzel haşlaması. Babamın hobisi haline gelmişti bu , belkide biz çok sık azarlanacak ortam yaratıyorduk. Yekta yavaş yavaş ayılmaya başladığında bizim evin salonunda ayakta bekliyorduk. Babamın bize bağırışlarından amcam bile ürkmüş olacak ki bir kenardan seyrediyordu belkide biraz utanıyordu oğlunun yüzünden bunların yaşanmasına. Kükredi Ramiz reyis, bir iki volta attı salonun ortasında sonra yine kükredi ve bir anda hışımla üzerimize yürümeye başladı. Ben tam bizi falakaya yatırmaya geliyor derken hızlıca yanımızdan geçerek telefonuna doğru ilerledi. Babam yarım saat boyunca çalışma odasında telefon konuşmasını bitirmesini beklerken ne amcamdan , ne benden, ne de Yektadan çıt çıkmadı. Tabi Yekta'nın durduk yere 5 dakikada bir attığı küçük kahkahaları saymazsak. Nihayet babam geldi. Bizi bir cezanın beklediğini biliyordum, 1 ayda 3. Karakolluk olayımızdı ama böylesini tahmin etmemiştim. Babam;
- " Yarın gidiyorsunuz, çıkın yukarı bir valiz hazırlayın. Eşyalarınız bir valizi geçmesin 15 dakikaya aşağıya bekliyorum sizi." Dedi
Ne olduğunu anlamadan Yekta'yı çekiştirerek yukarı çıktık. Bir valize iki kişinin ne kadar eşyası sığabilirdi ki? Nereye gidiyorduk? Yekta yatakta oturdu ben ise valizin yarısından biraz fazlasını kendi eşyalarımla, geri kalanınkileri ise Yekta'nın eşyalarıyla doldurdum. Sonrasında aşağıya indik.
Babam önce telefonlarımızı sonra kredi kartlarımızı ve üzerimizdeki tüm nakit parayı aldı. Cezamız neymiş biliyor musunuz? Bora, ben ve Yekta Kıbrıs'a Bora'nın babasının ve eniştesinin oteline "çalışmaya" gidiyormuşuz. Çok daha kötü bir ceza bekliyordum, oysa babam bize bir tatil hediye etmişti. Yani Kıbrıs'a gidene kadar öyle zannediyorduk. Yanıldığımızı anlamamız çok geç olmadı.
Sabah 7:30 da annemin beni uyandırmısıyla güne başladım. Canımın içi oturmuş baş ucuma dolu gözlerle beni izliyor. Gülümseyerek;
"Üzülmesene annem , oğlun tatile gidiyor sen ağlıyorsun" diyerek ona takıldım. Gerçekten anlayamıyorum bazen bu kadını , cezamız çok daha kötü olabilirdi ama tatile gidiyoruz. Kıbrıs ya, güzel kızların cenneti. 3 ümüz de yakışıklı çocuklarız , güzel âlem yapacağız.
Yekta'yı da kaldırdıktan sonra kahvaltıya indik. Bu konu hakkında muhabbet etmeye pek fırsat bulamamıştık ama yüz ifadesinden anladığım kadarıyla o da gidecek olmamızdan memnundu. Telefonumuz olmadığı için Borayla henüz haberleşememiştik ama eminim ki benim bonus kardeşimde memnundu bu "cezadan".
Bizim aksimize babamın ve amcamın suratı asıktı. Yekta'nın annesi ve kız kardeşi yurtdışında olduğundan onlarla vedalaşma fırsatımız olmadı, annemle vedalaştıktan sonra yola koyulduk.
Havaalanına vardığımızda Boralar henüz gelmemişti. Onları beklerken babam da bize cezamızın şartlarını açıklıyordu.
"Herşeyi ayarladık. Maaşınızı günlük alacaksınız, bütün masraflarınız kendinize ait. Size tek kuruş yardım yapmayacağız. Ne kadar çok iş , o kadar da para. Size verilen işleri burun kıvırmadan yapacaksınız. Yapacağınız yanlışlardan kendiniz sorumlusunuz ve karşılığı neyse çekeceksiniz ona göre adımınızı atın. Umarım bu üç ayda biraz adam olursunuz. Hayatın zorluklarını anlayıp hiçbir emek harcamadan baba parası yiyen serseriler olmayı bırakırsınız."
Babamın bunları söylemesi beni biraz ürkütmüştü. Yektanın ise bir kulağından girip diğer kulağından çıktığı çok belliydi. Nihayet Boralar da geldi. Suratı bir karıştı. O hengamede bana tek söyleyebildiği;
"Oğlum. Bu . Sefer . Harbiden . Yandık" oldu.
Kabul ediyorum, gider ayak harbiden ürkmüştüm.
Check-in işlemlerini hallettikten sonra passaport geçiş işlemlerinin olduğu bölüme gittik. Babam ensemden tutarak "Dikkatli olun" dedi ve sarıldı. Bu sarılma 5 saniye sürdü tabi. Üçümüzünde işlemleri hallolduktan sonra kapılara doğru ilerledik ve uçağın kalkmasına 20 dakika vardı. Babamların gitmesinin rahatlığıyla Yekta
- "Oğlum Kıbrıs laaan! Bikinili kızlaar , beach partileeer , clublaaar , güneş , deniz , kum..."
Bora gözlerini devirerek ;
- " O kadar emin olma. Dün size detayları anlatmadılar galiba, ablam Gestapo gibi bütün yaz tepemizde olacak. Ayrıca bizim otel öyle Girne'de seksi kızların içinde falan da değil Lapta'da gelenler ise ortalama 60 yaşındaki İngiliz çiftler."
Bütün hevesim şu anda tam olarak kaçmıştı. Yekta ise pek umursamışa benzemiyordu.
Şimdilik bu düşünceleri bir kenara koymanın vaktiydi, çünkü uğraşılacak güzel şeylerimiz var. Mesela Bora'nın yükseklik korkusu. Yektayla Bora'nın uçakta çığlık atıp atmayacağı üzerine iddiaya girdik. Ben Bora'nın en az 2 defa iki defa çığlık atacağını savunuyordum Yekta ise çığlık atmayacağını ama çığlık atmamak için ellerimizi sımsıkı tutacağını söylüyordu. Uçak indiğinde Yekta iddiayı kazanmıştı , ilk maaşımdan 5 lirayı ona verecektim.
İndiğimiz havaalanı çok küçüktü. Babam çıkışta bizi birinin karşılayacağını söylemişti. Valizimiz az olduğundan havaalanından erkenden çıktık. Yekta parmağıyla karşıda park etmiş olan limuzini işaret ederek;
"Canım amcam bee! Bize limuzin yollatmış! Hadi gelin lan kavruldum sıcaktan" derken Bora atıldı;
"Yekta kapısında kocaman Cratos yazıyor, kör müsün güzel kardeşim bizim değil o dedi."
Limuzine doğru el sallayarak ve hızlı adımlarla ilerleyen Yekta, Bora'nın sözleriyle adeta U dönüşü yaparak yanımıza geri döndü. 5-10 dakika bekledikten sonra sağ tarafdan küçük, kırmızı bir araba yanımıza yanaştı. Şöför koltuğu sağdaydı. Kıbrısta trafiğin soldan aktığını o ana kadar bilmiyordum ve oldukça şaşırmıştım. Şöför koltuğundan bir adam indi. Uzun sayılabilecek bir boyda , esmer , saçlarını kazıtmış , biraz iri ve boynunda gümüş zincir olan bir adamdı.
"Bora Göksu sizsiniiz?" Dedi.
Heyecandan "E-evet" diye kekeledi bizimki. Adam;
- " Akın ben, geciktim çok sorry erken geleceğinizi bilmezdim" diyerek bize arabayı işaret etti. Yekta ise Akın'ın şivesine gülüyordu. Araba benim gibi boyu 1.86 olan birine göre oldukça küçüktü. Sol taraftaki ön koltuğa geçtim. Bende biraz daha kısa ama iri olan Yekta ve 1.78 lik Bora arabaya sığışma konusunda benden biraz daha şanslılardı. İki yanı kurak otluklarka kaplı düz bir yolda yaklaşık 20 dakika ilerledik. Trafik hala ters geldiği için ana yola dahil olurken ters yöne girdik paniğini üzerimden atamadım bir süre. 20-25 dakika sonra yerleşim yerleri başladı şirin bir kasaba gibiydi , en yüksek bina 5 katlı ara sıra müstakil evlerin olduğu bir yol boyunca ilerliyorduk. Asfalt sıcaktan ötürü resmen kavruluyordu arabadaki termometre ise 41 dereceyi gösteriyordu. Bora kıbrısa daha önce de geldiği için yol boyunca uyumayı tercih etti. Benle Yekta ise merakla camdan dışarıyı seyrediyorduk. Bir anda Akın lafa girdi.
"Burası Lefkoşa , 20 dakikalık bir yol gittikten sonra Girneye varacağız oradan biraz sonra ise Lapta. "
Yekta "Burası nasıl ada deniz niye yok" diye şaşkınlık içindeydi. Akın "Gardaş Lefkoşanın denize kıyısı yok varınca Girneye görürsün denizi" dedi.
1.5 saatlik yolculuğun ardından otele varmıştık. Lefkoşanın aksine burası daha yeşillikliydi. Lapta dağın eteğinde sayılabilir bir konumda olduğu için havası biraz daha ferahtı. Burası şirin küçük bir kasabaydı. Otel ise denize sıfırdı. Otele girdiğimizde Akın resepsiyona geçti. Girişte ise bizi bekleyen orta uzunlukta sarışın, şirin , 17-18 yaşlarındaki kız konuşmaya başladı.
"Merhabaa , ben Aslıı. Aysun hanım size bu listeyi gösdermemi söyledi , akşamları yapmak için bu listeden bir iş seçeceksiniz. Sonrasında mutfak kısmına gelirsiniz. " diyerek bir listeyi elimize tutuşturdu. Listede;
• Canlı müzik
• Barmen
• Güvenlik
• Mutfak sorumlusu
Listeyi gören Yekta hemen ;
"Canlı müziği zaten Deniz alır ben en son şarkı söylediğimde sonu iyi olmadı. Bende barmeni alıyorum en coolunuz ben olacağım adam olun. Boradan güvenlik olmaz mutfak sorumlusuda sana kaldı bebeğim" dedi
İşte böyle başladı Göksu Otel maceramız. O zamanlar çok mutsuzken, neye adım attığımızı bilmiyorken şimdi ise hergün teşekkür ediyoruz bu cezaya. Evet Deniz ben, ela gözlerim, açık kahve rengi saçlarım , uzun boyum ile ortalama yakışıkı sayılabilecekken, yakışıklılığımın zerre kadar etkilemediği tek kıza aşık olan Deniz.

Derin DenizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin