kırk kapı açıldı, senin kilidini kıramadım

265 35 8
                                    

genç adam zihin okuyor gibi, elindeki gitarı bir masanın üzerine bıraktı. küçük, kırık bir tebessümle seslendi. "ben seni çoktan affettim, Renjun."

"denize düştüğün gün ölseydin, içimde sana karşı öfke ve affedememezlik değil, saf bir hasret kalırdı çünkü." renjun yere dikip durduğu başını kaldırdı. doğru adama aşık olmuştu tam olarak. lucas yüce ve engin bir yüreğe sahipti. Renjun gibi planları, kavgaları ve savaşları yoktu. hissettiği şeyleri anlık olarak yaşıyordu ve asla kin gütmüyordu. "eğer beni affedersen, annen ve babandan af dilemek de istiyorum. çünkü yapmam gereken onlara savaş açıp başımın dikine gitmem değildi. rızalarını alıp, temiz olduğumu kanıtlamalıydım. bir özür borçluyum, oğullarını böyle mahvettiğim için."

"beni mahvetmedin," küçük olan dolan gözleri ile titreyen elini esmer yanağa koyup koymamak arasında kaldı. "seni mahveden bendim, her seferinde." lucas bir anlık titreyen küçük parmakları havada yakaladı ve kendi omzuna götürdü. "sakın ağlamayı düşünme, gün çiçeği." boşta kalan eller bir dans figürü gibi birbirine bağlandı ve vücutlar bir bütün oldu. ufak çocuğun ince beline narince sağ elini yerleştirdi lucas. valse davet çalmaya başladığında, belli belirsiz bir dudak kıvrılmasıyla büyük olan, küçüğün adımlarına yön verdi. sol kolundan tutup geriye çevirmeyi de ihmal etmedi. renjun'in  sırtı tamamıyla diğerinin göğsüne yaslanmıştı. öne, sağa doğru iki adım ve geriye bir dönüş yapıldı.

"lucas," aniden gelen bu dans teklifi ile -ki teklif bile sayılmazdı- bir türlü uyum sağlayamamıştı Renjun. her hareketi Lucas yönetiyordu zaten. birkaç dakika sonra dans bittiğinde, birbirlerini selamlamak için sağ ellerini birleştirdiler. küçük olanın parmakları öne doğru eğilmişti ve sevgilisi hafifçe kavramıştı. herkes masalarına dağılırken bir süre daha öyle kaldılar. en sonunda kendine gelen ve durumun farkına varan güneş çocuktu. çekti elini ve bomboş bıraktı karşısındaki adamın avuçlarını.

"unutmamışsın." lucas bu gece kibar bir beyefendi gibi bir elini arkasına attı, diğerinin ise yanında sallanmasına izin vermişti. "uzun süredir vals yapmamıştık ama unutmamışsın."

"sen öğretmiştin, nasıl unuturum?"

sarı söğüt bahçesinin ortasında sanki birbirlerini mahvetmemiş, sanki tüm her şeye kıyıp, gözyaşları ile harap etmemişler gibi gülümseyerek sohbet etmeye devam ettiler. mark oturduğu sandalyede içtiği sigaranın külünü attıktan sonra, uzakta duran çiftin duymayacağı bir sesle söylendi. "bizim aşk kuşları vals yapmayı da bilirmiş. cidden kusacağım şimdi."

yuta karşısında sigara tüttüren adamdan gözlerini çekip gerisinde kalan lucas ve renjun'e baktı. aşkları tüm kasabanın dilindeydi ve tüm gözler ikisinin üstündeydi. ama ikisi sanki dünya yokmuş gibi, bu gece sadece onlara aitmiş gibi dans edip, birbirlerine destek oluyorlardı ettikleri onca kavga ve savaşa rağmen.

"duygular ve zerafetin dansıdır vals. böyle şeyleri o kara kalbinde barındırmadığın için bünyene ağır gelmiştir. mide bulantısınin sebebi bu olmalı."

mark ilk defa bir tepki imaresi gösterirken, elindeki sigarayı önündeki küllüğe bıraktı. laf ağzına tıkılmıştı, o daha bir şey diyemeden yuta kalkıp yan masadaki bir genç kıza doğru yürüdü. insanlar dans etmeye doymadığı için ikinci kez çalıyordu valse davet. yuta karşısındaki kızın ince beline tutunup etrafında döndürürken bir kez daha mark'ın olduğu tarafa bakmadı. canı yanıyorsa tek yapması gereken jaemin gibi, o aşkı söküp atmalıydı.

jaemin yuta kalkıp gittiğinde, göz ucuyla mark'a baktı. hiç kimse hakkıyla sevmiyordu. tek yaptıkları birbirine zarar vermekti. "Yuta'dan etkilenmemek elde değil." dedi iç çekerken. "tüm kasabanın kızları onun peşinde. ilgi çekiyor, ışık saçıyor."

mark az önceki halini üzerinden çabuk atmıştı. bacaklarını masanın üzerine koydu. "ilgini çekiyorsa al senin olsun."

kasabanın sakinleri tüm gece çeşit çeşit şarkıyla dans etti ve john'un gözleri, oturup hafifçe alkış tutan jaemin'in üstündeydi. jaemin üzerinde gezinen bir çift irisi hissediyordu ama asla onun baktığı gibi bakmıyordu. gece saat üç sularında herkes yavaş yavaş evlerine dağılmaya başladığı o anlarda, jaemin evinin yakınlarına giden birisini arıyordu. evi buraya uzaktı. perili evin arkasından dolanması gerekiyordu. evi o kadar uzaktı ki, neredeyse demian'ın tarlasının girişine kadar gitmesi lazımdı.

nerdeyse tüm bahçe boşaldıktan sonra jaemin umutsuzca demir kapılı çıkışa yöneldi. bu gece burada kalmayacağına göre, eninde sonunda eve gitmeliydi. john hala çıkışta gidenleri uğurluyor, küçük hediyeler verip, parti sahibi adına teşekkür ediyordu. jaemin'in korkan gözlerle dikilip durduğunu gördüğünde ellerini ön ceplerine sokuşturdu ve yanına doğru yürüdü. "hadi, seni eve bırakayım."

jaemin ters bakışlarla baktı. " ben gidiyorum işte. gelme."

"perili evin yanından geçemezsin jaemin, biliyorum. hadi gidelim."

gece saat dörde gelirken, jaemin önde, john onun birkaç adım arkasında perili evin yanından geçip gittiler. jaemin kalbi paramparçayken bile arkasında yürüyen adam sayesinde huzurla atıyordu her adımını.

___

medyaya koyduğum valse davet parçası sultan abdulaziz tarafından bestelenmiştir.

gün çiçekleri güne küstüğünde | lurenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin