-11-

4.2K 299 54
                                    

yeni bir güne uyanan jungkook dünden kalan baş ağrısıyla beraber okul formasını giydi ve sırt çantasını tek omzuna atıp evinden çıktı.

tam o zamanlarda okula yakın olan evinden çıkan jimin'le karşılaşacağını hayal etmemişti bile.

kulaklığını kulağına taktığında şu sıralar çokça sevdiği şarkısını dinlemeye başladı. kendisine özgüven dolduruyordu bu şarkı, anlamına bakmaksızın en başında ritmi onu dimdik tutup huzura kavuşturabiliyordu. yavaş ve gevşek adımlarıyla okula yürürken boşta kalan elini cebine atmış ve etrafta ona bakıp ağızlarının suları akan kızlara göz devirmişti. şu an için kimse onun umrunda değildi, önüne bakacaktı; jimin'i elde etmeye çalışacaktı.

gözünün önüne gelen şirin gülümsemesi ile jeon yolun ortasında durup şapşal şapşal gülmeye başlamıştı.

"aptal çocuk, çok güzel gülüyor."

kendi kendine mırıldandığı sırada uzaktan onu gören yoongi koşar adımlarla yanına gelmiş ve başına hafifçe vurmuştu.

"salak mısın oğlum yolun ortasında neye gülüyorsun aptal aptal?"

jungkook kendine geldiğinde toparlanmış ve etrafa göz gezdirmişti. çoğu kişi onun deli olduğunu düşünmeye başlamıştı bile.

"günaydın hyung, hadi bana şu planını anlat."
"plan mı?"

yoongi bir elini ensesine atıp kaşıdığında gözlerini kapatmış ve suratında mahçup bir gülümseme oluşmuştu. jeon olayın farkına vardığında dehşet verici bir şekilde konuştu.

"tanrı'm bana bir planın olduğunu söyledin!"
"sakin ol kardeşim, var planım var."
"pek de öyle gözükmüyor."
"plan şu: gidip onunla konuşacaksın."

jungkook "gerçekten mi?" dercesine ona baktığında bir elini alnına vurdu ve derin bir iç çekti.

"hyung seni daha akıllı biliyordum."
"kes sesini belanı hoplatırım burada."
"dün kimle meşguldün sen beni hemen geçiştirdin?"

konunun ani değişmesiyle yoongi afallarken sertçe yutkunmuş ve dudağını dişlemişti. jeon dahil kimsenin bunu bilmesini istemiyordu şu anlık.

"hiç, önemsiz ama önemli işlerdi(?) hadi okula geç kalacağız."
"ya hyung, bıraksana."

kolundan çekiltirilen jeon kısa bir süre sonra jimin'i evden çıkarken görmüştü. olduğu yerde bir çivi gibi çakılırken gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdi. durumunu fark eden min omzuna hafifçe vurup kafasıyla jimin'i işaret etmişti.

"jeon, göster kendini."
"hyung, yapamam."
"pısırıklaştın iyice jeon, sadece yap şunu kaybedecek hiçbir şeyin yok."
"değil mi? park'ı çoktan kaybettim."
"siktir git edebiyat yapma bana yavşak, çocuk gidiyor."
"iki dakika romantikleştirdim ortamı sıç ama tamam mı? dayan ya dayan."

söylene söylene ufağının yanına hızlı adımlarını atan jeon hiçbir şey olmamış gibi kolunu onun omzuna atmış ve önüne bakarak yürümeye başlamıştı. dudaklarında -sahte- alaycıl bir gülümseme varken hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi gözüküyordu. jeon jungkook'un oyunculuk dalında oscar alması gerekiyordu.

miniği titrek ve şaşkın bir nida ile sordu sevdiği adama:
"ne yaptığını sanıyorsun jeon?"

büyüğün bakışları kısa süre çokça sevmeye başladığı koyu irislere kilitlendiğinde mırıldandı.

"okula gidiyorum sen?"
"pislik yapma, çek kolunu." minik hâlâ ona sırılsıklam aşık olduğu için umut alıyordu hareketlerinden.
"çekmiyorum, çok güzelsin." öncelikle jeon bu iltifatı nasıl ettiğini bilmiyordu zira okulda utancından ölecekti fakat jimin şu an bile kızarmaya başlamıştı.
"ne?" park kıpkırmızı olmuş suratını gizlemeye çalıştığında jeon hafif bir kahkaha attı.
"kendini güzel bulmuyor musun?" jimin elleriyle suratına yelpaze yaparken okulun girişinden adımlarını çoktan atmışlar bir sürü iğneleyici bakışlara maruz kalmışlardı. tam okulun ortasına geldiklerinde jeon onu kendinden biraz uzaklaştırmış ve diğerlerinin duyabileceği bir şekilde konuşmuştu.

"öncelikle park jimin, bana attığın o engeli hemen kaldırıyorsun. ikinci olarak yanımdan ayrılmıyorsun. üçüncü olarak taehyung ile aramı iyi ediyorsun. dördüncü olarak artık flörtünle daha çok ilgileniyorsun ve beşinci olarak..."

jeon miniğinin kulağına eğildiğinde dudaklarını ıslatmıştı.

"ve beşinci olarak sana değer verdiğimi, kalbimi hızlı attırdığını unutmuyorsun."

geri çekilip göz kırptığında yeni yanlarına varabilmiş taehyung'a sırıtmış ve yoongi ile içeri ilerlemeye başlamıştı.

jeon jungkook emrivakilerin adamıydı. bir dakikada her şeyiniz olabilir ve bir dakikada sizi silebilirdi. park neler olduğunu, neler yaşandığını anlayamamıştı zira daha dün jeon'a restini çekmişti. bu durumdan asla şikayetçi değildi ama her şeyin anlık ve sebepsiz gelişmesi onu güzel hissettirmiyordu. jeon'a aşıktı ve hak ettiği durum bu değildi. aklındaki tek karar okul çıkışı tüm cesaretini toplayıp onu aşıklar tepesine davet etmekti. miniği ona bir çıkma teklifi etmek istiyordu. her şeyi resmiyete dökmeye, okuldaki kişilerin ağızlarını beraber kapamaya söz vermelilerdi.

park jimin, nefreti ve kini asla hak etmiyordu. onu tanıyan herkes güzelliği ile mest olur, iyi kalbiyle ona özenirdi. çoğu kızın onu istediğini biliyordu ama onun tek istediği jeon'du.

yaşadığı pişmanlığı, ona gösterdiği ilgiyi anlayabiliyordu jimin. belki de şans vermesi gerekiyordu jeon'una. ufacık bir şans büyük bir aşkı doğurabilirdi.

ve evet jimin bunları o kısacık iki dakikada düşünmüştü. yakın arkadaşı taehyung jimin'in omzuna vurduğunda okulun çalan zili kulaklarında yankılandı. kendine gelen beden arkadaşının gözlerine boş boş bakarken mırıldandı.

"onu istiyorum."

the player | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin