|Hvorfor gjorde du noe slikt? : Neden böyle bir şey yaptın?|
-
Sonbahar, Norveç'te son demlerini yaşarken hava soğuk ve rüzgarlıydı. Rüzgar bir ıslık gibi sokakların arasından yankılanıp geçerken ağaçlar esen bu ıslığın gücüyle savruluyor, kahverengi yaprakları başka sokaklara misafir oluyordu.
Hava soğuktu. Kara bulutlar yavaşça gökyüzünde belirmiş; gelecek olan şiddetli yağmurun ön hazırlığını yapıyordu. Sonbaharda yağan bu şiddetli yağmura alışan yerel halk yanlarında taşıdıkları şemsiyeleri sıkıca kavrayıp sokaklarda bir bir kaybolmaya başlamışlardı. Şehrin etrafını saran Kölen ve Kjølen dağlarının eteklerine ise ak düşmüştü. Bundan dolayı Stavanger'in sokaklarına hafif bir sis hakimdi.
Bu da yakın zamanda şehre yağacak olan karın habercisiydi.
Kendisini bu sisli ve oldukça rüzgarlı olan havaya bırakan genç, kafasındaki karışmış düşüncelerle evine doğru yürüdü. Evine yaklaştıkça içindeki belirsiz düşünceler büyümüştü. Sebebi ise Zhan, Lea ile yaptıkları kısa konuşma sonucu dersinin olduğunu söyleyerek Yibo'nun yanından hızlı bir şekilde ayrılıp fakültede kaybolmuştu. Zhan'ın bir anda kayıplara karışmasını anlayamayan Yibo ise gözlerini kırpıştırarak birkaç saniye önce yanında olan kişinin ardından bakakalmıştı.
Elinde tuttuğu telefonunu sıkı sıkı tutarak evinin olduğu sokağa girdi. Rüzgarda dans eden ağaçların yaprakları yürüdüğü yolda savrulurken sessizce evinin önüne gelmişti. Kapıyı açıp içeri girdi. Üstündeki montunu çıkarıp kitaplarını portmantonun hemen yanındaki masaya bıraktığında çalan kapı ile öylece durdu.
Aklına tek bir kişi gelmişti o an.
Hemen arkasındaki kapıya dönerek açtığında gelenin Haikuan olduğunu görünce Zhan'ın bir şey demeden ortadan kaybolmasına içerlendiğini saklayıp gülümsedi. Gelenin o olduğunu düşünmüştü.
"Hoş geldin Haikuan Ge."
Kapının önünde ona gülümseyerek elindeki poşetleri göstermek için Yibo'nun önünde sallayan Haikuan, gözlerini kapıda duran gencin arkasında kısaca gezdirdi. Artık Yibo'nun evde yalnız olmama gibi bir durumu da vardı. Haikuan için Kırmızı püsküllü atkının sahibi her an bir yerlerden fırlayabilirdi.
Fakat beklediği gibi olmamıştı. Yibo sahiden de evde yalnızdı
"Müsaitsin değil mi?"
Yibo başını sallayarak içeri giren adamın üstündeki su kadar berrak olan mavi kabanını alıp portmantoya astı. Haikuan'ı ilk kez havalimanında gördüğünde yine bu renge benzer bir atkı takmıştı. bu renklerde giyiniyor oluşu, ona soğuk ülkenin mütevazı prensi gibi bir hava katıyordu.
Haikuan içeri girdikten sonra poşetleri mutfağa bırakıp sehpanın önüne oturan bedene baktı. Yibo hep sessizdi. Ancak bugün olduğundan daha fazla sessizdi. En azından normalde Haikuan'ın nasıl olduğunu sorardı. Fakat bugün genç olanın düşünceli gözleri daha yeni açtığı kitaplarda ve kağıtlarda dolaşırken bir yandan da not alıyordu. Bu biraz tuhaftı.
Yibo kendisini önüne aldığı kağıtlara o kadar kaptırmıştı ki Haikuan'ın getirdiği poşetlerde ne olduğunu sormamıştı bile. Haikuan onun sormayacağını fark edince kendisi poşetleri işaret ederek konuştu.
"Sana atıştırmalık getirdim."
Büyük olan meraklı gözleriyle yavaşça Yibo'ya yaklaşıp sehpaya yakın olan koltuğa oturdu. Kahverengi saçlı çocuğun önündeki kağıtlara göz gezdirdiğinde gördüğü inci gibi yazıyla başını beğenircesine aşağı yukarı sallayarak dudaklarını birbirine bastırdı. Wang amcanın oğlu gerçekten de çalışkandı. Yoğun olan derslerinden sonra bile eve gelince Norveççe çalışıyordu. Haikuan o an onu bu kadar motive eden şeyin ne olduğunu merak etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stjernestøv | Yizhan
FanfictionNorveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao Zhan ile tanışır.