Her ne kadar normallerinden uzak da olsa insan bir yerde alışıyordu. Biz de bu garipliklerle dolu şehre alışmaya başlamıştık. Özellikle Jeongyeon... O gün kafede tanıştığı, adının Lilith olduğunu öğrendiğim kadınla tüm bu tuhaf davranışlarını görmüyormuş gibi takılmaya devam etmişti. Lilith onu arayıp '8 Çanlı Bar' dedikleri bir bara davet etmiş, üstelik davet gerekçesi olarak da uzaylıların o gece şehre ineceğini söylemişti.
Bunu ilk duyduğumda ufoları izliyor olabileceklerini düşünmüştüm ama Jeongyeon eve geldiğinde ve mavi tenli, değişik giyimli, kel bir kadınla çekildikleri bir fotoğraflarını gösterdiğinde şakaları olmadığını anlamıştım. Bunlar ya gösteri olsun diye gelen turist tuzaklarıydı, ki öyle olmasını umuyordum, ya da gerçekten insanların arasında yaşayan uzaylılar söz konusuydu. Jeongyeon'un yüksek rütbeli askerlerden ve Lilith'deki tuhaflıklardan bahsetmesine bakarsak kesinlikle uzaylı olduklarına ama Jeongyeon'un bunları fark etmemek için kasıtlı olarak üç maymunu oynadığına yemin edebilirdim.
Her ne olursa olsun bize zarar vermedikleri sürece bu ülkedeki insanların doğaüstü yaratıklarla iç içe yaşamalarına da alışabilirdim tabi. Dediğim gibi, insan bir yerde alışıyordu ve ben artık burada başıma gelen hiçbir şeyi garipsemeyeceğime, garipsesem de benimseyeceğime dair kendime söz vermiştim.
Aklımın bu tarz düşüncelerle dolu olmasındandır belki de, derslerde oldukça kötü performans gösteriyordum. Bu başarısızlığımın notlarıma yansıyacağı aşikardı ve bu dönemi kötü notla bitirirsem deneme sürecine girecek, bu böyle devam ederse de okuldan atılacaktım. Jeongyeon'un dersleri nasıl gidiyordu bilmiyordum, o aynı zamanda bizim için para kazanma derdindeydi ve ders çalıştığına da şahit olmamıştım. Kendim hakkında emin olduğum tek şey ise derslerime ağırlık vermem gereken bir dönemde olduğumdu.
Önümdeki kitabın kapağını kapatarak oturduğum sandalyede gerindim ve üzerimdeki yorgunluğu atmaya çalıştım. Kesinlikle bir duş almam gerekiyordu. En azından sıcak su konusunda sıkıntı çekmiyorduk, bir kabini bile olmayan duşumuz her ne kadar sürekli sorun çıkarıyor olsa da.
Paranın bu kadar önemli olduğunu kaybedene kadar fark etmemiştim. Önceden her şey önümüze gelirdi ve gelen yeri de sorgulamazdık. Şimdi ise çalışmam gerekiyordu ama ne kadar çalışırsam çalışayım birkaç yıldan önce bu sefaletten kurtulabileceğimizi sanmıyordum. Yine de ne olursa olsun o ülkeye geri dönmemekte kararlıydım. Ailemiz gitmemize ses çıkarmazken geri geleceğimizden emin olmalıydı. Lüks içinde bir hayattan kopup buraya gelirken elimizde gardrobumuzdaki kıyafetlerin ettiği paradan bile daha az miktarda para vardı ve birkaç gün zor dayanacağımızı mutlaka akıl etmişlerdi.
Ama bir aydan fazla olmuştu ve hâlâ geri dönmemiştik. Açlıktan ölecek duruma gelmediğimiz sürece geri döneceğimizi de sanmıyordum çünkü onların bizi beklediği, gider gitmez de kürkçü dükkanına dönen tilki konumuna düşeceğimiz aşikardı.
Kendi konforumu, kendi lüks hayatımı kendim elde edecektim. Tıpkı büyük büyük büyük babamın yaptığı gibi, ekmeğimi taştan çıkartacak ve ileride bu servetle yeğenlerimi ya da evlat edindiğim çocuklarımı refah içinde yaşatacaktım. Babam gibi bana miras kalan bir şirketin ebedi kölesi değil, kendi kurduğum şirketin efendisi olacaktım.
Bu hayallerle ve para kazanma hırsıyla o kadar kafayı bozmuştum ki önceden benim için toz pembe olan hayat yavaş yavaş kendi rengine bürünmeye başlamıştı. Artık gerçek aşkın peşinde koşan Jeongguk gitmiş, yerine kardeşinin tek başına çabalamasına gönlü el vermeyen sorumluluk sahibi bir Jeongguk gelmişti. Ben artık bir şeyler yapmaya ve bunun sorumluluğunu almaya hazırdım.
Ama...
"Alo, kimsiniz?"
"Jeongguk Jeon ile mi görüşüyorum?"
"Evet benim."
"San Myshuno'ya taşındığınızı üç gün önce öğrendik. Sizinle iletişime geçebilmemiz biraz zaman aldı, kusura bakmayın lütfen. Büyük büyük büyük babanızın ikinci derece akrabasından bir miras kaldı. Kendileri şu an yaşadığımız ülkenin ilk vatandaşlarından ve sahip olduğu mal varlığının da bu ülke sınırları içerisinde yaşayan torunlarına bırakılmasını istemiş. Kan bağı olan tek kişi siz ve sizin aileniz olduğu için miras size kaldı ama sadece bir haftanız var. Eğer biraz daha geç kalsaydınız para ihtiyaç sahiplerine bağışlanacaktı."
"Tamam, şu an burada olduğuma göre parayı alabilirim. Tam olarak nereye gelmem gerekiyor?"
"Maalesef ki önce şartları yerine getirmeniz gerekiyor. Çünkü mirasın size devredilebilmesi için gereken evli olmak şartını karşılamıyorsunuz."
"Yani bana şu an yedi gün içinde evlenmem gerektiğini mi söylüyorsunuz?"
"Evet Bay Jeon. Yedi gün içinde bu ülkenin bir vatandaşıyla evlenmeniz ve evliliğinize dair belgelerle veraset ilamınızı almak için noterden başvuru yapmanız gerekiyor. Sonrasında nüfus memurluğunda görevli kişiler tarafından miras size ulaştırılacaktır. Ülkemize tekrar hoş geldiniz, iyi günler dilerim."
Ama almayı beklediğim sorumluluk kesinlikle bir evlilik sorumluluğu değildi, hem de yedi gün içinde kurulması gereken bir evlilik...
🎬🎬🎬
Uzatmalı mıyım diye çok düşündüm ama sanırım bu sahneleri sonraki bölüme saklayacağım. Çünkü bu bölümler o dünyayı ve Jeongguk'un düşüncelerini bol bol okuduğumuz bölümlerdi. Sonrası daha çok olay ağırlıklı olacak, her ne kadar gittiği mekanları ve yaşadığı diğer tuhaflıkları da anlatmaya devam edecek olsam da.
Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın~
-Bunny
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ich Bin Nicht Sim≒TaeKook [Slow Update]
FanfictionParaya ihtiyacım vardı ve böyle bir dünyada adil oynayarak para kazanılmıyordu... •|Ich Bin Nicht Alternate Universe|• •|TaeKook|• (Uke Jungkook) •|Boy×Boy|• •|FemGguk|• •|Twin|• •|Mpreg]• •|Tarih: 27.04.2021|•