Heryer yemyeşildi. Uzandığım yerin hemen yanında bir göl vardı. Gölün üzerindeki nilüfer çiçekleri, hafif hafif esen rüzgarın etkisiyle haraket ediyorlardı. Uzaktan gelen kuşların cıvıltısı bir ninni gibi insana huzur veriyordu. Rüzgar estikçe burnuma uzaklardaki iğde ağacının kokusu geliyordu. Bu yer gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Ve gerçek değildi.
Gözlerimi yavaş yavaş araladığımda burnumdaki iğde kokusunun yerini ağır ter ve sigara kokusu aldı. Nerede olduğumu anlamam fazla zamanımı almadı. Bir arabanın arka koltuğunda yatıyordum. Üzerimde bordo renginde yamalı, eski bir battaniye vardı. Buraya nasıl, ne zaman geldiğim konusunda hiç bir fikrim yoktu.
Kalkıp arabayı süren adama saldırmak istiyordum ancak başımın inanılmaz ağrısı ve parmağımı dahi kıpırdatmıyor olmam buna engel oluyordu. Bana ne vermişti hiçbir fikrim yoktu ama bu herneyse beni halsizleştirmişti. Bütün gücümle kafamı yukarı doğru kaldırdım. Hava kararmıştı. Kütüphaneye girdiğimde hava hala aydınlıktı. Birkaç saattir yolculuk yapıyor olmalıydık. Tekrar kafamı çevirdiğimde sürücü aynasından adamın yüzünü görmeyi umdum ama buradan sadece kırışmış alnı ve çatık kaşları gözüküyordu. Gözlerini göremiyordum.
Bana ne yapacaktı? Neden beni kaçırmıştı? Tabi sadece kaçırıyorsa. Belki de beni öldürmeyi düşünüyordu ama neden? Başımın ağrısı yüzünden düşüncelerime odaklanamıyordum. Acıyla inledim. Sesimi duymuş olmalıydı ki oturduğu yerden doğruldu ve yavaşça arkaya döndü. Onun bu dönüşüyle hızla gözlerimi kapadım. Uyandığımı görmesini istemiyordum. Tam o sırada telefon çaldı. Arabanın torpido gözünü karıştırarak telefonu buldu ve hızla açıp kulağına götürdü,
"Konuş." Sesini duymamla irkilmem bir oldu. Korkuyordum.
"Biliyorum."
"Belki de onu öldürürüm, o anki keyfime bağlı." Yanaklarımdan süzülen yaşlara engel olamadım.Bu kadar mıydım yani? Hayatım birinin 'o anki keyfine' bağlı olacak kadar değersiz miydi?
"Herneyse."
"Orada görüşürüz."
Gözyaşlarım durmaksızın akıyordu. Başımı koyduğum yastığın üzeri sırılsıklam olmuştu. Sessizce iç çekişlerimden uyandığımı anlamıştı. Sürücü aynasından bana bakıyordu, bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Kolunu koyduğu yerden destek alarak bana doğru döndü. Baştan aşağı beni süzdükten sonra,
"Demek sonunda uyandım güzelim." dedi.Cevap vermek yerine yüzümü buruşturum. Ağladığım için gözlerin acıyor ve başımın ağrısı gittikçe artıyordu. Gözyaşlarım durmadan akıyordu. Çok geçmeden hıçkırarak ağlamaya başladım.
Arkasını dönüp bana baktı. Yüzü ifadesizdi. Yastığımdaki yaşlara baktı,
"Etrafı kirletme." dedi. Daha sesli ağlamaya başladım. Bir süre sonra ağlamaya dahi gücüm kalmamıştı. Üzerimdeki battaniyeyi yüzüme çektim. Battaniye de arabanın içindeki hava gibi ağır sigara kokuyordu. Kokuyu alır almaz yüzümü buruşturarak battaniyeyi yüzümden çektim.Ağlarken sesimin duyulmaması için dudaklarımı ısırıyordum. O kadar sert ısırmıştım ki kanın tadını almam çokta uzun sürmedi.
Ya Akın beni bulamazsa? Aileme haber vermiş midir? Ya Ceren? Kim bilir ne kadar üzülmüştür. Peri Teyze ise perişandır eminim.
Her insanın acaba ölürsem ne olur diye düşündüğü zamanlar olmuştur. Hemen şuan ölsem. Kim üzülür, kim ağlar, neler olurdu? Yada belki de kimsenin umrunda olmazdım. Herkes hayatlarına devam ederdi. Belki de hayatta hiçbir değerim yoktu. Bunu düşündüğüm zamanlar olmuştu. Ama şuan değil. Şuan ölmek istemiyordum.
Sonsuzluk gibi gelen sessizlikten sonra konuşacak gücü kendimde buldum,
"Bana ne yapacaksın?" Beni alıp lunapark gibi yerlere götürmeyeceği kesindi ama ne yapacaktı? Onu tanımıyordum bile. Hakkında bildiğim tek şey Akın'ın üvey babası olmasıydı. Birbirilerini sevmedikleri gayet ortadaydı ama niye bendim kaçırılan? Benden ne bekliyordu anlayamıyordum.
"Uzun süredir bu anı bekliyordum." dedi. Benimle konuşuyor gibi değildi. Daha çok kendine verdiği bir yanıttı bu.
"Neyi bekliyordun?" Aynadan bana baktı. Göz göze geldiğimizde gözlerimi kaçırdım. Cevap vermiyordu.
"Cevap versene gerizekalı..." derin bir nefes aldım boğazımdaki acıdan dolayı zar zor konuşuyordum. "...ben ne yaptım size? Seni tanımıyorum bile. Hiçbirinizi tanımıyorum. Ne istiyorsun? Bak eminim çoktan polise haber vermişlerdir..." vermiş olmalarını umuyordum. "...her yerde seni arıyorlardır. Yakalanacaksın ama şimdi beni bırakırsan söz veriyorum şikayette bulunmayacağım." dedim ve ardından boğazımdaki acıdan dolayı öksürdüm.
Küçük bir kahkaha attı. Aynadan bana bakarak konuşmaya başladı,
"Polis umurumda mı zannediyorsun? Tek istediğim benim canımın yandığı kadar onlarında yanması. Yaşadığım kaybın üzüntüsü yetmezmiş gibi elimden her şeyi almalarını izledim. Yıllardır bunu bekliyordum, intikamı."
"Ben ne yaptım sana? Bu olayda benim yerim neresi?" diyerek bağırdım.
"Akın'ı Ahu'nun benden boşanmasından beri izliyorum. Ona acı çektirmek için bekliyorum. Uzun zamandır bir kıza böyle baktığını görmemiştim. Seni gerçekten seviyor olmalı. Bu da arkandan üzüleceği anlamına geliyor." dedi sakince.
"Akın sana ne yaptı?"
"Bunu zamanla öğreneceksin."
Demekki daha vaktim vardı.
**
Gözlerimi açtığımda araba koltuğunda değil bir yatakta yatıyordum. Odada yoğun bir rutubet kokusu vardı. Beni buraya kadar taşımış olmalıydı. Odada eski ahşap bir masa ve üstünde masa lambası vardı. Odadaki tek ışık lambadan ve tavanın 10-15 cm aşağısındaki küçük pencereden geliyordu. Yüksekte olduğu için nerede olduğumuzu göremiyordum.
Yattığım yataktan yavaşça kalktım. Kapıya doğru ilerleyip kapı kolunu çevirdim. Tabiiki de kilitliydi ama şansımı denemek istemiştim. Yatağıma doğru bir adım attığımda içeriden gelen ayak seslerini duydum. Kilide doğru eğildim. Delikten dışarısını görmeye çalışıyordum. Tam o sırada görüş alanıma bir adam girdi. Uzun boylu, sarı saçlı bir adamdı. Arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Önünde Akın'ın üvey babası duruyordu.
"Başına büyük bir bela aldın." dedi sarı saçlı adam.
"Umurumda değil."
"Çok acı çektiğini biliyorum ama bu, bu çok anlamsız. Bunlar olduğunda o daha küçük bir çocuktu. Olayların sorumlusu babası. Ondan da da intikam alamayacağına göre kızı serbest bırakmalısın. Neler olduğunu farkında bile değil. Gözünü kör etmiş bir intikam için masum bir kızın canını alma." Söylediği son iki kelime kulaklarımda yankılanıyordu. Canını alma. Tahmin ettiğim gibi bu işin sonunda ölüm vardı. Hayatım daha ne kadar kötü olabilirdi ki? Ne olduğunu anlayamadığım bir olayda sırf birileri acısını dindirmek için benim canımı yakıyordu. Hakettiğim bu muydu yani?
Akın'ın üvey babası ellerini başının arkasında birleştirdi. Derin bir nefes alıp sesli bir şekilde dışarı verdi.
"Dediğim gibi umurumda değil. Benim ailemde masumdu. Sırf para için onların canlarına kıydılar. Kardeşim olduğun için yanımda olduğunu biliyorum ama burda olmak zorunda değilsin Erkan."
"Dediğin gibi ben senin kardeşinim. Her zaman senin yanındayım abi." dedi ve elini omzuna koydu. Adam cevap vermeyip isteksizce gülümsemekle yetindi.
"Peki Akın burayı bulacak mı?" diye devam etti. Daha iyi duyabilmek için kapıya kulağımı daha da yaklaştırdım.
"Elbette burayı bulacak ama burayı bulduğunda gördüklerinden pekte mutlu olacağını sanmıyorum."
Biraz uzun sürdüğü için kusura bakmayın oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Yeni bölümü en geç cuma gününe yetiştireceğim..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin Karanlığı
Novela JuvenilKaranlığın ve aydınlığın uyumu. Alacakaranlık ve güneş ancak bu kadar yakışabilirdi birbirine. Güneş doğar ve yerini karanlığa bırakır. Karanlık ise Güneş'in doğmasıyla sona erer. Buluşmaları ise gün batımında olur. Bu yüzden günün en güzel zamanı d...