2. Oyun

79 40 236
                                        

Hayatta kendimi en değerli hissettiğim yer her zaman aynanın karşısıydı. Bütün acımı, kinimi, nefretimi ve hatta benliğimi bile o aynanın karşısında kendimle yüzleştiriyordum. Ne kadar canımı acıtsa da gerçekler her zaman bizi dışa yansıtan en önemli faktördü. İnsanlara kendimi göstermeden önce benim kendimi görmem lazımdı.

Ailem bunca yıl bana sadece beni görmezden geldiklerini ve yalnız olduğumu gösterdiler. Bunlardan başka hiçbir şey görmedim ve kendimi buna inanarak yaşattım. Ama insanlar beni yargılamaya, aşağılamaya başladılar. Daha sonra aynanın karşısına geçtim ve bana tek doğruyu söyleyecek olan kişiye baktım: kendime.

Ben ilk ihanetimi kendime diğer duygularımı saklayarak yapmıştım. O günden sonra beni sakladığım ne kadar acı varsa onlar büyüttü.

Şimdi ise benim üzerime iddiaya girilmişti ve buna zerre üzülmüyordum. Madem onlar oyun oynuyordu bende oyun oynayacaktım. 

Oyunum aslında çok basitti. Sadece zamanın gelmesini bekliyordum.

Mert ve yanındaki çocuk dışarı çıktıklarında çocuğu daha yakından inceleme fırsatını yakaladım. Siyah hafif uzun dalgalı saçlara sahip, uzayan sakalları, ince dudakları ve simsiyah gözleri vardı. Sağ elini kaldırıp bana selam verdiğinde bende aynı hareketi ona yaptım ve gülümsediğinde asansöre doğru yürümeye devam etti. Mert'te o sırada odaya doğru geliyordu. Sanırım oyun başlıyordu.

Elini dağınık olan saçlarına geçirdi. "Ben gidiyorum ve sende geliyorsun. Bir yere götüreceğim seni." Alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Aklınca beni mest etmeye çalışıyordu. "Seni kızların en çok istediği bir yere götüreceğim."

Gideceğimiz yeri ve amacının ne olduğunu biliyordum. Bunun için hemen kabul edebilirdim ama bu anı bekleyen kızlar gibi olamazdım.

Elimle önümdeki dosyaları göstererek "İşe yeni alındım ve bir sürü işim var."

Derin bir nefes vererek dosyaları topladı ve masanın köşesine doğru yitti. "Patronlar alttaki kişilere emir verir ve alttaki kişilerde denilenleri yapmakla yükümlülerdir."

Buda neyin egosuydu? Madem oyun istiyorsun oyun başlasın o halde. "Peki, gidelim." 

Sanki onun demesiyle gidiyormuşum da dediği olmuş gibi başını aşağı yukarı salladı. Odadan önce o, ardından ben çıktım. Arabaya binmeden önce göz göze geldiğim tek kişi danışman Füsun'du. 

Araba kapının önüne geldiğinde Mert şoför koltuğuna, bende yolcu koltuğuna geçtim. Nereye gideceğimizi bile bilmiyordum.

Mert gaza yüklendiğinde holdingin önünden ayrılarak ana caddeye çıktık. Hala her yerde telaş eden insanlar vardı ve ben bugün onlardan biri gibi hissediyordum kendimi.

Hani bazen olur ya evde eşyaların yerini değiştirirsiniz ve o an sanki başka bir eve taşınmışısınız gibi bir heyecan oturur içinize. İşte bendede o heyecan vardı çünkü ilk defa hayatımda bir şeyleri değiştirmeye başladığımı fark etmiştim.

Mert'in cebindeki telefon çalmaya başladığında elini cebine götürdü ama direksiyon hakimiyetini kaybediyor gibi oldu. Bana dönerek "Telefonu alıp hoparlöre koyar mısın? Araba kullanıyorum, alacak durumda değilim."

Acaba beni denemek için mi yapıyordu yoksa gerçekten alacak durumda değil miydi? Az önceki direksiyon hakimiyetine bakacak olursak haklıydı.

Elimi cebine doğru ilerlettim ve telefonu çekip çıkardım. Telefonda "Çetin Oral" yazıyordu. Bu babası olmalıydı ama neden böyle yazdığına anlam verememiştim. Yeşil tuşu kaydırıp açtım ve ardından hoparlöre bastığımda ses arabanın içini dolduruyordu.

Hayaller VadisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin