Bir kitabın ilk sayfalarına baktığımızda umudu, son sayfalarına baktığımızda ise o umudun kırıntılarını bulurduk. Harfler, giriş bölümünde yeni doğan bir bebek misali emeklemeye başlar, son bölümde ise bir uçurumdan atlarcasına cümlelerin arasında kayboluverir.
Ölü kaburga kemiklerime çiçekler edilmişti bir zamanlar. O zaman çok güzel kokardım. Şimdi kötü kokuyorum. Kaburgalarımla beraber çiçeklerim de öldü çünkü.
Merhaba, hatırladınız mı beni?
Titreyen dudaklarımı, kıpkırmızı olmuş gözlerimi, dağılan saçlarımı, yitip giden umutlarımı, tırnak izleriyle kaplı avuçlarımı, harcanan ömrümü hatırladınız mı?
Birçoğunuz ile yollarımız illa ki kesişmiştir, bir yerlerde denk gelmişizdir birbirimize. Belki de aranızdan bazıları beni hiç tanımıyor.
Ben, Mecaz Kadın.
Hayatında söz hakkına sahip iki celladın yanında büyümüş, kendi benliğine uzak kadınım.
Kana kırmızı rengini veren o keskin maddeyim.
Bir sevdanın uğruna batıp peşinden sürüklenen kişiyim.
Ben, cehennemin en coşkulu ateşiyim.
Bembeyaz karı kirleten siyahım.
Yananım, yakanım, yabancıyım.
Ben, bu aralar aslında çok garip hissediyorum kendimi. Bilmiyorum, arada bir damarlarımdaki iyi huylu kan hücrelerim bana düşman gibi sanki. Bazen de tüm vücudum sadece bir senfoninin incelikli notaları gibi derin bir duygunun esiri. Kendimi ve duygularımı nasıl tasvir etmeliyim doğrusu pek bilmiyorum şu anda. Sanırım bir sanrı kuyusuna düştüm ve dinmeyen sancılarım nedeniyle halüsinasyonlar görüyorum. Bazen dalından kopup rüzgarlarda savrulan bir yaprak, bazen de ne kadar ezilirse ezilsin yine de her şeye rağmen dimdik durabilen bir karahindibağı gibiyim.
Onca zamanın boşa geçtiğine mi, her şeyin bu kadar yalan olduğunu çok geç görmeme mi yoksa bir hiç uğruna harcadığım emeğime mi üzüleyim? Doğrusu ben de pek bilmiyorum. Biliyor musunuz, neye üzüleceğimi artık ben de şaşırdım.
Bazen bırakmak lazım. Düşünmemek, çaba harcamamak, anlam vermeye çalışmamak, umursamamak lazım. Düpedüz yaşamak işte. Bir şey uğruna ne kadar çaba harcarsan sonunda o kadar çok kaybediyorsun. Ve bazen savaşmamak lazım hiçbir şey için. Gelişi güzel yaşamak lazım hayatı. Olmuyorsa olmasın. En azından yorulmayız, kaybetmeyiz.
Beklentilerinizi düşük tuttuğunuz zaman daha az üzülüyorsunuz. Ve benim artık bir beklentim yok bu dünyadan. Çünkü ben, kendi yarattığım dünyanın, hatmi çiçeği bahçelerinde mutluluğumun asil zamanlarını yaşıyorum. Bu belirsizlik, fazlasıyla yoruyor beni, evet. Ancak hiçbir yük altından kalkılamayacak kadar ağır değildir. Yeter ki kendine inancın tam, umudun bol olsun.
İçime ağır gelen bazı durumlar var. Yutkunmamın saniyelerimi aldığı, konuşmamın güçleştiği, bedenimin zangır zangır titrediği, gülüşlerimin azaldığı, göğsüme tonlarca yükün battığı, gözlerimin dolduğu tonlarca durumlar var. Ne demeliyim, neyden bahsetmeliyim pek bilmiyorum. Zaten anlatmaya pek gerek yok. Söylesene ay ışığı, beni gecenin zifiri karanlığında hıçkırıklara boğan bu acıyı kime nasıl anlatayım?
Kaç ağıt yaksam diner bu kaderimin sönmeyen ateşi?
Kim giydirdi umutlarıma bu kefenleri?
Neden kırdılar hayallerimin belini?
Bana bunu neden yaptılar?
Böyle biri değildim ben, şimdi en mutlu animda bile gözlerim bir bilinmezlikle doluyor; dökülüyor yaşlar çehremden boşluğa usul usul.
Zaman sevgimizdi ve peşinden sürükledi hayatımızı. Yoksul, karanlık ve çarpık... Öylesine rakiptik ki hayata, o heyecan dolu buluşmalarımızda mahvedecek ne çok şeyimiz varmış diye düşünüp dururduk. Öylesine umutsuzca seviyorduk ki birbirimizi, o kötü Tanrı bile acıyla gülümserdi bize. Acıyla gülümserdi ziyan olan aşkımıza.
Benim gençliğim öldü, cesedim ise kimsesizler mezarlığında büyüdü. Herkes sustu, sessizlik çığlık çığlığa ağladı. Bütün bir dünya görmezden geldi, kimse dönüp bakmadı. Adı, Bilinmezlik olan bir roman yazıldı; hiç kimse okumadı. Bir kişi öldü, bin kişi unuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECAZ KADIN 2
Non-FictionŞiir gibisin, aşksın, özlemsin, kalbime ritim verensin, kavuşamamaksın, hasretinden çürütensin. Şiirdeki gözyaşım, dudaklarımdaki mutluluğun habercisisin. Sen rakı beyazı, kainatın vücut bulmuş hâlisin. Biliyor musun, senin gülümsemen ile dünyam du...