Bölüm 1: Aslan, Kurt ve Kuzu (pt:1)

593 47 116
                                    


Fransa/Paris 1603

"Hayat insana çoğu zaman istemediği şeyleri yaptırır ve yaşatır. Tüm bu istemediği şeylerin ardından her zaman kalbinin en derinliklerindeki arzuyu verir... Dünya asla bir dilek gerçekleştirme makinası olmamıştır. Dileklerinin gerçekleşmesi için bedeller ödemen gerekir. Yıpranman, üzülmen, yorulman gerekir. Bazı şeylerden kopman ve onları feda etmen gerekir... Yoksa asla istediğin şeye ulaşamazsın... "

İşte Erwin'in hayatı böyle başlamıştı. İstemediği sorumluluklarla, istemediği görkem ve şehvetle dünyaya gelmişti. Annesi Kraliçe Bertrude'un tek evladı, hayattaki statüsünün güvencesiydi. Babası ise işe yaramaz mal ve mülk kölesi biriydi. Yetişkin Erwin'e göre Fransa'nın yüz karasıydı. Ancak bunlara rağmen Halk tarafından, Kral olarak çok sevilir ve sayılırdı.

Erwin'in çocukluğu Fransa'nın bir kasabasında, henüz kral olmamış babası ve annesinin isteği üzerine, dadıları ile çok huzurlu geçmişti. Her şeyi öğrenmeye çalışır, mavi gökyüzüne bakarak hayaller kurardı. Gelecekte kral olduğunda, derlerdi dadıları, "Ülkenin refaha kavuştuğunu, insanların onu çok sevdiğini hayal et." Ama o hiç bir zaman kral olmak istememişti. Yine bu sakin, huzurlu ve küçük hayatını düşlerdi. Çünkü sanardı ki her kral babası gibi. Ve bu yüzden asla babası gibi olmak istemezdi, bir kral olmak istemezdi. Babası her ne kadar çok sevilsede Erwin'in gözlerinde ona dair tek bir sevgi kırıntısı göremezdiniz.

Erwin, bağlar arasında kaybolur saatlerce kitap okur hayaller kurardı. Erwin o saatlerde krallıktan uzakta, yine böyle bir kasabada, hep yaz mevsimi olan bir yerde yaşamayı düşünürdü. Rahat giysiler giyip yine bağlar arasında oturmayı ve masallardaki güzel yunan şarabının tadını düşlerdi.

İşte hikayenin tam burasında Erwin ilk defa bir şey için istemediği halde fedakarlıkta bulunmuştu. Krallığa geri dönmek için büyüdüğü ve aşığı olduğu bu kasabayı geride bırakmıştı.

Erwin krallığa, saraya  geri döndüğünde onlarca kadını koridorlarda ağlarken bulmuştu. Neler olduğunu sormaya asla anlamamıştı. Dadıları, Erwin'den Dedesi Arthur'un ölümünü ne kadar saklamaya çalışsa da, annesinin küçük çocuğa bu ölümle sevinçle şakımasını engelleyememişlerdi. Küçük, çocuksu aklı ölümü anlamayacak kadar masumdu henüz.

Her ne kadar bu saray insanlar için hayranlık uyandırıcı bir yer olsada içindeki insanlar için aynı değildi. Buradakiler özgürlük nedir onu bile gerçekten bilmezlerdi. Buradaki kadınlar için hanedana hizmet etmekten ibarettir. Erkekler içinse Yüksek mevkilere gelmekten başka bir şey değildir.  Erwin zaten yüksek mevki de dünyaya gelmişti. Ancak onun için özgürlük o bağların arasında saatlerce durmaktan ibaretti. Dadılarının ona çaldıkları güzel notalardı, denize girmek ve akşam dadılarının kollarında uyuyakalmaktı. Erwin hiç büyümemiş olmayı dilerdi.

Aradan çok vakit geçmemişti ki, saray çiçeklerle bir gelin gibi süslenmişti. Erwin ne kutlu bir gün diye düşündü. Ancak saraydaki herkesin sevinci boğazında kaldı.
Erwin ve Ağabey'i Prens Daniel, Babalarının emri ile Kalenin en uzun, Kale avlusunu en net gören kulesine çıkmışlardı.

Abisi Daniel, Erwin'in aksine Kale duvarları arasında büyümüş devlet işleri için büyütülmüştü. Babasının ilk karısı Marsilya Düşesi Eleanor'un oğluydu. Babası ve Düşes boşanmış olmalarına rağmen Büyük Kraliçe tarafından bu saray'a hapsedilmişti.

Abisi Erwin'i o kaledeki herkesten çok sever sayardı. Ona bu Kale'nin her ayrıntısını öğretirdi. Ancak onu hiç bir zaman bu kuleye çıkarmamıştı. Karanlık bir yer, derdi. "Sen korkarsın."

Onlar kulenin tepesinde dururlarken hayatları boyunca tanık olabilecekleri en vahşi şeylerden birini görmüşlerdi.

Erwin'e göre masallardaki prenslerin saadeti sadece palavraydı. Çünkü gerçek prensler ya tahta çıkarlar ve tonlarca yükün altında kalırlar ya da tahta çıkan kişi tarafından ayak bağı olmasın niyeti ile katledilirlerdi. Ve akıbetlerinin belli olduğu güne kadar korku ve keder düşerdi paylarına.

Magnificent • Eruri •Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin