1 AY SONRAGözlerimi gözlerinden bir saniye dahi ayırmıyordum. Gözlerinde hissettiğim neydi? Beni bu denli yorması niyeydi? Gözlerindeki kırgınlık kimden arta kalmıştı ki?
Sonunda çatık kaşlarını da alıp arkadaşına çevirdi bakışlarını, sevgili ev arkadaşım!Derin bir nefesi içime çekip cigerlerime kendilerine özgü bayramlarını yaşattım. Geri verdiğim nefes ise soğuk hava da kendi ahenginde dağılarak kayboldu.
Her şey normaldi aslında. O günün sonrasında kalbime vurulan yeni bir darbeyi de kapattım yara bandımla. Özgür konuşmadı o günden sonra benimle. Diğerleri aynıydı işte. Asya... Özür diledi her şeyi kapatmak istercesine. Kabul ettim. Kalbim hayır dedi aslen. Unutamazsın. Çok acıdım dedi. Ama onu dinlemedim. Dinlesem ne fark ederdi ki?
"Nbr fıstık?" Sağ tarafımdan gelen sese yönlendirdim bakışlarımı. Kısaca omuz silkip yanıtsız bıraktım sorusunu.
"Ahhh... Hadi ama. Bir aydır sessizsin. Normalde de sessizdin ama şimdiki çok farklı. Konuş benimle. Anlat sıkıntını"
"İyiyim" kırık çıkan sesime lanetler yağdırıp boğazımı temizledim. Gözlerimi önüme çevirmemle piçimsi bir gülümseme ile karşılaştım. Gözlerimdeki şaşkınlığı engelleyemezken ellerim yumruk halini aldı. Burak denen şerifsiz utanmadan yanıma gelmişti.
" Sonra görüşeceğimize dair söz verdiğimi hatırlıyorum. Ve cadı prenses... Ben sözümü tutmam. Ama işe bak ki tutasım geldi" dediğinde Melih ona doğru hareketlendi ama onu durdurdum.
"Niye yavşak prens? Sen münafık mısın da sözünü tutmuyorsun. Ayrıca bana söz verdiğini falan hatırlamıyorum?"
"Ben hatırlıyorum"
"Bak defol git buradan. Seni gördüğümde bile kan beynime sıçrıyor. İğrenç birisin" dediğimde dilini alt dudağında yavaşça gezdirip delici bakışlarını üzerimde gezdirdi.
"Bana bulaşmayacaktın güzelim. Kendin kaşındın. Ve ben çok güzel kaşırım." alayla konuşmasının ardından dudaklarını küçük bir çocuk gibi büzdü.
"Niye sen kaşıyıcı mısın? Görünüşe göre öylesin. Her neyse. Senin gitme vaktin çoktan geldi" deyip gözlerimi devirdim. Gözlerini kısıp kafasını olumsuz anlamda yavaşça salladı.
"Oysa ben konuşmanın gidişatından hoşnuttum. Imm... Neyse. Eğlenlenmek istersem seni yeniden bulurum. Görüşmek üzere cadı prenses" deyip yanımızdan uzaklaştı. Bütün aptallar beni bulmak zorunda mı?
•••
Yorucu bir günün ardından kendimi yine yatağımda buldum. Çikolatamdan bir kaşık alıp muhteşem tadı dilime ulaştırdım. Evet evet o da oldukça memnun. Olmasa ne yapsın nutella bu!
Kapının çalmasıyla elimdeki matematik testini sakince yere bıraktım. Yataktan hayvanca bir iniş yapıp, Allah ne verdiyse kapıya bir uçuş gerçekleştirdim. Siyah kapıyı aralayıp kafamı uzattığımda görünürde kimse yoktu. Tek kaşımı kaldırıp etrafta göz gezdirdim. Sinirle tam kapıyı çarpacakken gözüme takılan tencereyle kaşlarım havalandı. Yavaşça yere eğilip tencerenin yanındaki kağıdı aldım.
'Beni affet Aryaggggggg. Lan sana annemin biricik sarmalarından getirdim bak. Kıymetimi bil diye yani!!!'
BİR TANECİK KUZENİN 'ASYA'Gülüp başımı her iki yana salladım. Halamın sarmaları gerçekten harika oluyordu. Tabiî ki anneminkilerin yerini kimsenin ki tutmazdı ama... Kalbim acıyla kasıldığında sertçe yutkunup ayağa kalktım. Özlemiştim onları. Bu tarif edilemeyecek kadar fazla bir özlemdi. Öyle ki her kalbim acıdığında başım dönüyor beynim eror veriyordu. Acıydı işte. Nasıl anlatacaktım?
Derin bir nefesi içime çekip titreyen alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Evet... Şimdi sarmaları canım midemle buluşturma zamanıydı. Bir iç çekip arkamı döndüm. Kapıyı kapatıp odamın kapısını açacakken duyduğum seslerden ziyade seslerin barındırdığı sözler durmamı sağlamıştı!
"Sarma kokusu alıyorum lan!"
"Emir kardeşim, bende aldım sanki kokuyu"
"Oğlum sarma girdi lan eve!"
Yüzüme yerleşen sırıtmayla odama girmekten vazgeçip salona doğru yol aldım. İçeriye adım atmamla şahane 3'lünün gözleri önce gözlerimi sonra tenceremi buldu. Yutkunma sesleri kulaklarıma ulaşırken ağzımdan bir kahkaha yükseldi.
"Beyler, sarma yemek isteyen?"
...
Allah benim belamı vermesin! Nereden gösterdim sarmaları bu hayvanlara!? 3 öküz birden yardırıp tencereyi kaptıkları gibi ağızlarına 3'er 4'er sarma katmak suretiyle beni orada mal gibi bıraktılar. Hayır yani insan 1 tane de olsa verir demi? Yok ama nerde... Bir ara Emir'in, tencerenin dibini parmaklarıyla sıyırdığını gördüm.
Onlara kızıp odama çekilmiştim. Rafımdan seçtiğim bir kitabı yatağıma yarı uzanır biçimde incelemeye başladım. Kahraman Tezoğlunun "Vazgeçtim" adlı bir kitabıydı. Kapağında 'insan sebepsiz yere terk eder mi sevdiğini?' Yazıyordu. Bence insan sevmiyorsa terk ederdi sebepsizce, onu seveni.
Kitabın içini karıştırırken sonundaki şiirler dikkatimi çekti. Rastgele bir şiiri okumaya başladım.
BİR KENTE BENZİYORSUN
Bir kente benziyorsun büsbütün
Onlarca insan kalabalığı,
Yağmursuz bir gün,
Ve laf dinlemez çocuklar gibi...Acıya acıyı mı soralım?
Geçerken dağların asık yüzünden...
Gökyüzü bir renkten kolayca geçerken,
Başka bir renge,
Dönelim mi?
Aklımıza takılan yollara doğru...Şiir kafamı karıştırıp beni başka diyarlara götürmüştü. Şiirde gizli bir anlam vardı ama beynim bunu algılayamayacak kadar yorulmuştu. Uyku göz kapaklarımı acıtırken direnmeden kitabımı yerine yerleştirip kendimi uykuya teslim ettim.
...
İçeriden gelen gürültü ve bağırışla uyanıp etrafıma baktım. Ne oluyordu yahu? Hızlıca odamdan çıkıp sesin geldiği yere gittim. Gözlerim gördükleri ile şoka uğrarken kafamdan kaynar su dökülmüşe döndüm. Kapıda kanlar içinde ki Özgür...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ev Arkadaşım!
Novela JuvenilBiliyor musun? Hayallerini okudum. Senin çok güzel bir kızın olacak. Tıpkı aşık olduğum gözlerin gibi... ... -Seviyor musun? -Çok -Vazgeçer misin? -Evet -Seven insan vazgeçer mi? -Peki seven sevdiğini, göz göre göre cehenneme iter mi?