Gözyaşı

149 15 9
                                    

Eve girerken kafamda dönüp duran, sarhoş düşünceler vardı. Bir o tarafa bir bu tarafa çarpıp duruyorlardı.

Hem çok mutlu, hem de çok mutsuzdum.

Çok mutluydum, çünkü artık hayatımda uğrunda yaşanmaya değecek bir vardı. Bu ilk defa olan bir şeydi.

Çok mutsuzdum, çünkü gitmem gerekiyordu ve onu bırakıp gidemezdim.

Bir insan bu kadar hızlı nasıl aşık olurdu? Daha hiç tanımadığım, sadece adını bildiğim bir çocuğun ruhuma aktığını hissediyordum.

Şu anlık ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şeyden emindim. Kafamın içindeki sarhoşların ayılma vakitleri gelmişti.

Hani çok mutlu olan kızlar huzurla yataklarına uzanıp , mükemmel rüyalar görürdü ya? Bunu ben de yaşamak istiyordum.

Odama girdim ve yatağımın altında iki haftaya yakın bir süredir duran çantaya bir göz attım. Okul çantamı almıştım ama kıyafetlerim yatağın altında duruyordu. Yakın zamanda onlara ihtiyacım olacağını sanmıyordum.

Annemler bu sabah gitmişlerdi. Normalde bugün abimin arabasını alıp kaçacaktım, ki bu asla eve dönemeyeceğim anlamına gelirdi çünkü babam muhtemelen beni evlatlıktan reddederdi. Abimin hiçbir eşyasına el süremezdik. Odasının kapısı iki senedir kapalıydı. Ve asla açılmazdı. Annem hala temizlik yaparken onun odasını da temizler, kıyafetlerini tekrar tekrar yıkayıp ütülerdi. Kimse kabullenemiyordu.

Onlar yüzünden bir hayalet abiyle yaşıyordum.

Bu çok garipti, hala buradaymış gibi yaşamaları.

Yemekler hala dört kişilik yapılıyordu, ona yeni kıyafetler alınıyordu. Ailemin akıl sağlığını sorguladığım zamanlar çoktu. On yedi yaşındaydım ve abimin ölümünü ilk kabullenen bendim.

Bunların dışında normal bir aile olmaya başladığımızı düşünmüştüm. Altı ay boyunca hiç kavga etmemiştik. Hiç beni abimin ölüyle suçlamamıştı koskoca altı ay . Her aile gibi annem ve babamla aram normale dönüyor, işten eve evden işe ruh gibi olsalar da düzeldiğimizi zannediyordum. Ama abim gitmeden bütün hayatımı bitirip öyle ölmüştü.

Abimle aram çok iyi değildi benim. Hep kavga eder, evin içinde pek birbirimizi görmezdik. Hiç birlikte vakit geçirmezdik. Ve bu ilk zamanlar beni perişan hale sokmuştu. Ona kötü davrandığım için o kadar pişmandım ki. Ama elimden bir şey gelmezdi. O gitmişti, ve bunu kendisi seçmişti.

Bir gün eve bir telefon gelmiş, abimin arabasını köprüde bulduklarını söylemişlerdi. Yarım saat sonra, abimin cesedinin çıkarılmasını izliyorduk.

Ağlamamıştım. Bir damla bile yaş dökememiştim. Bu yüzden kendimden nefret etmiştim. Ondan da.

Kendi canına kıymışsa, kendi gözleri gibi masmavi sularda ölmeyi tercih etmişse bunun için ağlamazdım. İstediği için ölmüştü.

Kendini öldürmüştü.

Babam bunun üzerine kalp krizi geçirmişti. O günden sonra bir daha asla abim için ağlamamıştım.

Ve şimdi abimin odasına girmek istemiştim. Çünkü buna mecburdum. Anahtarları almak zorundaydım ve buradan gitmek zorundaydım.

Ondan nasıl uzak duracağımı bilmiyordum ama evde bir hayaletle yaşamak istemiyordum ve bu yüzden gidecektim.

Çantamı bile çıkarmadan odaya yöneldim. Biri beni itiyordu sanki. Kapı kilitli değildi, kapıyı açmam sorun olmayacaktı. Ama nedense o odaya girince bir garip hissediyordum. Sanki arkamda biri vardı sürekli ve beni izliyordu. Bunlar, annemlerin garip davranışlarından kaynaklanıyordu. O hala bu odada yaşıyordu. Onların yeni ve ilginç fikirleri karşısında, daha fazla ayakta duramıyordum.

PAPATYA AĞACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin