Hastanede kaldığım süre içerisinde çok şey yaşadım. Yeni arkadaşlar edindim, daha doğrusu ilk arkadaşlarımı edindim. İlk başlarda içime kapandım kimse ile konuşmadım Kafamın içinde çınlayan sorulara cevaplar aradım ama bir sonuca varamadım. Zihinsel terapi aldım, başlarda bir yol bulurum hafızam tekrar geri gelir sandım ama sonradan doktorlardan hiçbir zaman hafızamın geri gelmeyeceğini öğrendim. İşte ozaman hiçliğin içinde kayboldum geriye kalan umutlarım da yok oldu. Eskisinden daha da kötüye gidiyordum, devletin hastane masraflarımı daha fazla karşılayamayacağını öğrendikten sonra hastaneden taburcu olmak zorunda kaldım. Koskacaman bir şehirde gidecek hiçbir yerim yok her yer bana yabancı geliyor. Sokaklarda yürürken yanımdan geçenlere bakıyorum ve içimden acaba ben bu kişiyi daha önceden tanıyor olablir miyim diye kendime soruyorum. Hava kararıyordu ve kalacak bir yerim yoktu. İlk gecedem de Cantrell Park'ta bir bankta uyudum. Gece o kadar serin ve güzeldi ki, gökyüzü açık yıldızlar pırıl pırıl parlıyordu. Sabah olduğunda karnım o kadar güçlü gururduyordu ki yanımdan geçenler sesi duyup bana bakıyorlardı. Ayağa kalktım ve parkta yürümeye başladım daha sonra burnuma güzel kokular gelmeye başladı ve simitçiyi farkettim. Yanına yaklaştım ve bir simit istedim o da bana "1 dolar dedi." Ama hiç param yoktu ne yapmalıydım simiti alıp kaçmalı mıydım yoksa ona derdimi anlatmalı mıydım? Ama ben galiba doğru olanı seçtim "Ama benim hiç param yok" dedim ve daha ne olduğunu anlamadan "Paran yoksa simit de yok" dedi ve simiti geri alıp yanımdan uzaklaştı. Bir banka oturdum ve etraftaki insanları izlemeye başladım. Karşımdaki bankta oturan adam elindeki sandviçi o kadar iştahlı bir şekilde ısırıyorduki ağzım sulandı. Daha sonra telefonu çaldı ve ayağa kalkıp yürümeye başladı. Çöp kutusunun yanına geldiğinde elindeki sandviçi çöpe attı ve ilerleyerek uzaklaştı. Bende daha fazla dayanmayıp adamın çöpe attığı yarısı yiyilmiş sandviçi alıp bir ağacın altına geçip yemeye başladım. Tadı o kadar güzeldi ki daha bitiremeden. Siyah sağ gözün üzerinde beyaz bir leke olan, yavru bir köpek yanıma yaklaştı ve o kocaman parlak gözleri ile sandviçimi izlemeye başladı. Anlaşılan o da benim kadar açtı, bende geriye kalan parçayı ona verdim. Yemeği bitirdikten sonra bana yanaştı ve kucağıma çıkıp uzandı. Anlaşılan benden hoşlanmıştı. Bir kaç dakika sonra kucağımda uykuya daldı. O kadar şirindi ki onu izlerken ben de dalıp gitmişim. Gözlerimi açtığımda yavru köpek çoktan gitmişti. Saatler hızlıca geçmişti ve hava karamaya başlamıştı. Ayağa kalktım ve parktan dışarı çıktım. Cadde boyunca yürümeye başladım daha sonra kendimi Time Square'da buldum. O kadar güzeldi ki o parlayan ışıklar içinde olmak, bilbort tabelalarını izlerken dalmışım. Daha sonra durağın kenarda oturup insanlardan para isteyen bir adam farkettim ve yanına yaklaştım. Ona ne yaptığını sordum o da bana "İnsanlardan yardım istiyorum." dedi. Bu düşünce aklıma takılmıştı, acaba ben de insanlardan para mı istemeliyim diye düşündüm. Biraz daha ilerledikten sonra ben de bir köşeye oturup insanlardan para istemeye başladım. Yanımdan geçen insanların çoğu bana hiç aldırış etmedi, ama bazıları da geçerken bana acıdı ve bana para verdi. Sonra bir şey farkettim, insanların bazıları bana bir hiçmişim gibi, bazıları da acıyarak bakıyordu. Bir süre sonra bu bakışlardan rahatsız oldum ve para istemeyi bıraktım. Toplamda 12 dolar 25 cent'im olmuştu. Acıkmıştım ve hava bozmaya başlamıştı bende karşı kaldırımdaki McDonald's doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde bir an için herkes durdu ve beni izledi. Güvenlik yanıma geldi ve bana dışarı çıkmamı söyledi. Ben de ona "Hamburger almak suç ise satmak da suç." dedim. "Pardon ben sizi dilenci sandım, çok özürdilerim, kusura bakmayın." dedi ve önünden çekildi. Kasaya vardığımda kadın bana "Buyrun ben yardımcı olayım, ne tür bir şey alcaktınız" dediği gibi. "Bir tane big Mc spesyel, yanında altılı tavuk kanadı, büyük seçim Coca Cola olsun lütfen" dedim ve herkes afallayarak bana baktı. Bir an için bu dediklerime inanamadım.
Aslında insan beyni çok garip degilmi, hafızanızı kaybetseniz bile konuşmayı, nesnelerin adını hatırlıyorsunuz. Toplamda 11 dolar ödemiştim ve hala 1 dolar 25 cent'im vardı. Yemeğim hazır olduktan sonra kenardaki tek kişilik masalarda birine geçtim ve cok iştahlı bir şekilde yemeye başladım. Diğer masalarda oturan insanların beni izlediğini fark edebiliyordum ama onlara baktığımda gözlerini benden kaçırıyorlardı. Bitirdikten sonra daha fazla insanların o keskin bakışlarına dayanamayıp kendimi dışarı attım.
Yağmur yağmaya başlamıştı kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım ve yağmur damarlarının her birini yüzümde hissettim. O kadar arındırıcıydılarki sanki ruhumu derinlemesine temizliyorlarmış gibi bir his ürperdi içimde. Ayrıca fiziksel açıdan da temizliyordu. Anlaşılan bu gece bankta yatıp yıldızları izleyemeyecektim. Saat gece yarısına geliyordu ve ben hala yağmurun altında, kalacak bir yer arıyordum. Sonunda bir ara sokakta güzel barınaklı, geceyi gecirebileceğim bir yer buldum. Ipıslak olmuştum ve üşüyordum eğer üzerime giyecek bir şeyler bulamazsam hasta olacaktım. Karşımdaki pencerenin kenarında asılı olan ceketi aldım ve üzerime geçirdim. Yavaş yavaş ısınmaya başlamıştım gözlerimi kapattım ve uykuya daldım. Biri beni gıdıklarcasına bir hisle gözümü açtım ceketin iç cebinde haraket eden bir şey vardı ilk başka korkmuştum ama sonradan küçük bir fare olduğunu anladım. Onu ordan çıkartıp yere bıraktım ve o minik ayakları ile koşarak logar kapağından içeri girdi. Galiba üzerine giyecek bir şey arayan bir tek ben değilmişim. Yağmur durmuştu ve hava aydınlanmak üzereydi. Cantrell Park'a doğru giderken o huysuz simitçiyi fark ettim ve yanına yaklaştım. Beni gördüğüne pek sevinmişe benzemiyordu. Ondan bir simit istedim o da bana "Umarım bu sefer paran vardır." dedi. Ben de cebimdeki 1 doları çıkartıp simitçiye verdim. Şaşırmış bir şekilde "Buyrun simitiniz" diyerek simiti bana uzattı. Aslında farkettim de bu şehirde insanlar birbirini hor görüyor, sadece çıkarları için birbirine iyi davranıyor. Simiti aldıktan sonra parktaki gölün kenarındaki banklardan birine oturdum ve ördekleri izlemeye başladım aradan bir kaç dakika geçtikten sonra yanıma genç bir bayan oturdu. Nefes nefese kalmıştı, üzerinde spor kıyafetleri vardı anlaşılan parkta yürüyüş yapıyordu. Ona doğru döndüm ve "İster misiniz" diyerek simiti ana uzattım. O da "Hayır teşekkürler." dedi. Saçları kahverengi arkadan toplanmış, gözleri mavi, beyaz tenliydi ve güzel kokuyordu. Galiba ondan hoşlanmıştım ama onunla nasıl konuşacaktım. Bir konu açıp muhabbeti başlatmalıydım.
"Çok güzel degiller mi ?"
"Efendim ?"
"Ördekler çok güzel değil mi?"
"Evet, bazen onları izlemeye gelirim."
"Buraya devamlı geliyormusunuz yani."
"Evet, hafta sonraları genellikle, bazende sabahları koşmak için buraya geliyorum."
"Ne güzel bende burda yaşıyorum."
"Pardon burda yaşıyorum derken Manhattan'dan bahsediyorsunuz degil mi ?"
"Hayır burda, Cantrell Park'ta yaşıyorum. Hiç değilse bir kaç gündür burda kalıyorum. "
"Evsiz misiniz ?"
"Daha doğrusu evimin olup olmadığını bilmiyorum."
"Nasıl yani anlamadım."
Gözlerini bana dikmişti pür dikkat beni dinliyordu.
"Bir kaza sonucu hafızamı kaybettim, gözlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum. Kimse beni almaya gelmedi ve işte gördüğün gibi şimdi burda oturmuş senle mubahhet ediyorum."
"Senin adına çok üzüldüm. Peki acıkınca ne yiyorsun."
"İnsanlardan para istiyorum."
"Yani dilencilik yapıyorsun."
"Evet öyle de diyebilirsin."
"Peki o elindeki simit ile doyacak mısın."
"Hiç değilse açlığımı bastırıyor."
"İki blok ilerde yemekleri çok güzel olan bir restorant var. Eğer senin için de uygunsa sana yemek ısmarlamak istiyorum."
"Bilmem ki olabilir aslında."
"Bu arada adım Lydia."
"Tanıştığıma memnun oldum Lydia."
"Seninde bana adını söylemen gerekmiyor muydu ?"
"Adımı bilmiyorum."
"Pardon afedersin."
"Önemli değil."
Ayağa kalktık ve parktan dışarı çıktık. Yürürken hiç konuşmadık. Restorantın önüne geldiğimizde, "Bir dakika beni burda beklermisin." dedi ve karşıdan karşıya geçip bir binanın içine girdi. Yaklaşık on dakika geçmişti ve galiba beni ekmisti. Tam artık beklemekten vazgeçip geri dönerken binanın kapısı açıldı ve gözlerime inanamadım...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hiçliğin İçinde Bir Piç
RandomJohn Gözlerini açtığında kendisini hastanede bulur. Hafızanızı kaybetmiştir ve hiç bir şey hatırlamamaktadır. Kim olduğunu bile bilmeyen John koskoca New York sokaklarında hayata kalma savaşı vermektedir. Aradan 4 yıl geçer ve Jhon'un hayatında ço...