Gözlerin baktığı değil gördüğü önemlidir.
Ben küçük bir kızken, Bayan Hoffman her gece uyumadan önce saçlarımı tarar bu sırada bana merakla sorduğumdan olsa gerek hayatını nasıl yaşadığıyla ilgili anılarını anlatır, hevesle onu dinlememi seyrederdi.
Bana demişti ki gözlerin baktığı değil, gördüğü önemlidir Jennie. Soğuk bir kış gecesi bana ısıttığı sütü yudumlarken camdan dışarıya bakıyor, yağan karı seyrederken ne demek istediğini düşünüyordum. Küçüktüm ve ne dediğini anlamamıştım, artık büyümüştüm ve hala tam olarak Bayan Hoffman'ın kast ettiği şeyi kavrayamasam dahi bu söze kendimce anlam katabiliyordum.
Dikkatli bir benliğim yoktu. Etrafıma bakınır durur, yine de incelemezdim. Gördüğüm şeylerin altında derin anlamlar aramaz, üstüne düşünmez ve çoğu zaman güzel bir manzaraya sadece gülümseyerek bir kez daha hatırlamamak üzere hafızamda kaybolmasına izin verirdim.
Jisoo, Anthony'i ilk gördüğü an içinde kelebeklerin pırpır ettiğini, onu tanımak için yanıp tutuştuğunu daha o an hissettiğini söylerdi. Şimdiye kadar kimse için böyle hissetmemiş benliğim Jisoo'nun saatlerce Anthony'i tasvir etmesini anlamlandıramaz, genç adama baktığında sadece yakışıklı bir yüz görüp geçerdi.
Yerim de Jisoo gibiydi. Etrafına karşı büyük bir ilgiyle bakıyordu gözleri. Nereye gidersek gidelim her şeyi en ufak detayına kadar inceliyor ve aylar sonra bizim hiç de farketmediğimiz ince bir detayın ne kadar eşsiz olduğunu anlatıyordu. Onun için yaşlı ve pis bir sokak köpeğinin bile kayda değer, hoş bir yanı elbette bulunuyordu.
Onların aksine ben, etrafımda güzellik olarak adlandırılan şeylere bunca zaman yüzeysel ve ilgisiz bir tutumla yaklaşmış olsam da gözlerim ilk kez bakmaktan ziyade görmek istediği bir insanla karşılaşıyor gibi olduğu yerde sabit bir halde, karşımda adının Taehyung olduğunu öğrendiğim bir genç adamda takılı kalmıştı.
Dikkatimi neyin bu denli çektiğini bilmiyordum. Yanık teni, kemikli yüz hatları tarafından taçlandırılmıştı. Kabarık, hafif bir dalgası olan kahverengi saçları alnına dökülüyor, çekik ama iri koyu kahverengi gözlerini yine de gölgeleyemiyordu.
İri, etli ve geniş dudakları vardı. Karşımdaki genç adamın yüzüne baktığınızda onun kusursuz bir güzellikte olduğunu söylemezdiniz. Pek tabii her insan gibi kusurları, hatta yüzünde minik bir yara izi bile vardı fakat nedendir bilmem, gözlerimizin kesiştiği o üç saniye benim ilk defa ablamı ya da kızkardeşimi anlamamı sağlamıştı. Basit bir şeyde dikkatini çeken bir güzelliğin olmasını ya da birini ilk gördüğün an onun hakkında her şeyi öğrenme hissini ilk kez tadıyordum.
Üç saniye. Sessizce geçen ün saniye zihminde bir sürü soru belirtirken isminin Taehyung olduğunu az önce öğrendiğim genç adam kafasını hafifçe önüne eğerek bana başıyla selam vermiş, kırmızı dudaklarını kibarca kıvırmıştı. Krem rengi bir gömlek, üzerine koyu kahverengi bir yelek giyiyordu. Altında aynı yanındaki diğer delikanlı gibi siyah bir pantolon vardı ve muhtemelen evimize yeni girdiklerinden dolayı elinde deri kayışlı siyah bir çanta tutuyordu.
Bir İngiliz leydisinin her hangi bir delikanlıyı, özellikle hizmetlilerin oğlu olan bir delikanlıyı, böyle dikkatlice incelemesinin ve gözlerini bu denli dikkatli bir şekilde üstünde gezdirmesinin hoş karşılanmayacağını bilsem de bedenim komutlarımdan ayrı hareket ediyor gibiydi. Karşımdaki genç adamı siyah kunduralarından, biraz büyükçene olan kulaklarına kadar incelerken birkaç adım geriye çekilmiş, annemin ya da ev ahalisinden herhangi birinin bakışlarının tutsağı olmamak için dikkat çekmemeye çalışmıştım.
Nedenini anlamlandıramadığım halde gözlerimi alamadığım genç adam, ben babamın arkasına doğru ilişirken sağa doğru bakıyor, onun babasının babamla büyük bir özlemle kucaklaşmasını izliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savoir || taennie.
FanfictionJennie Kim, 1825 yılında İngiltere'de yaşayan zengin bir ailenin ikinci çocuğuydu. Annesinin Jennie için bir sürü planı vardı. Aynı ablası gibi zengin bir ailenin oğluyla evlenmesini, hayatını Londra'nın elit leydilerinden biri olarak devam ettirme...