01# Nabız

3.3K 249 35
                                    



Cehennemim tam ortasındaydım.

İşlemediğim günahın ateşinde cayır cayır yanıyordum.

Oysa ben suçsuzdum.

Ben günahsızdım.

Ben katil değildim.

Fakat her cesedin bir katili vardı. Ve o katil... Zangır zangır titreyen ellerimi hıçkırarak dudaklarıma kapattığımda, beynimin içine saplanan darbeler teker teker göğsümün etten duvarına yuvarlandı. Kalbimin can çekişen ritmi, ağır ağır yukarı tırmandı. Tam boğazımda yıkık bir duvarın tuğlaları düşüyordu, parçalara ayrılan taşlar gibi etrafa dağılan düşüncelerimin arasında tek bir tanesinin ucu kırık bir cam kadar sivriydi. Elime aldığım parçanın avuç içimi ikiye ayıran parçası felaketimin habercisiydi.

Ben katil olamazdım değil mi?

Nefes alış verişlerim hızlanırken elimdeki bıçağı dehşetle tutundum. Hiç bir şey  hatırlamıyordum. Buraya nasıl geldiğimi, en son yurttan çıkarken nereye gittiğimi. Bir cesedin baş acunda ne işimin olduğunu, hiç bir şey hatırlamıyordum.  Sarışın kızın ölü bedeni hemen bir kaç metre uzağımda bir kan gölünün içinde uzanıyordu. Titrek bir adım attım, bir elim dudaklarımda her an boğazımdan ýükselecek sıvıya kalkan olmaya çalışıyordu.

Benden en fazla iki yaş büyük görünen bedeni solgun yüzündeki ağır  makyajdan dolayı kızı daha yaşlı göstermişti, ama bunun bir önemi yoktu. Hayatında ilk defa gördüğüm bu yüz, hayatımı mahvedebilirdi.

Hala yaşıyor olduğunun umuduyla cesede doğru yürüdüm ve nabzını ölçtüm. Bir nefes, bir kıpırtı.. Bekledim... Uzunca bir süre bekledim. Fakültede kalevraları incelerken öğrendiklerimi hatırlamaya çalıştım ama çok geçti.... Kız çoktan ölmüştü.

Hıçkırarak geriye düştüğümde ne için ağlayacağımı şaşırmış bir vaziyette çocuğa doğru ilerlemeye başladım. Sırtı duvardaydı ve kalın botları kızdan akan kanın içindeydi. Görünürde açık bir yarası olmadığına emindim. "Ne olur." diye fısıldadım. "Ne olur yaşıyor olsun." Titreyen ellerim boynuna giderken tşörtünden taşan dövmenin üzerine dokundum. Kolundan başlayan dövme benden daha beyaz teninde kulağının dibine kadar ilerliyordu. Avucumun altındaki alev dövmesinde bir nabzın varlığı için dua ederken göz kapaklarımı açıp kapattım. "Lütfen..." Bir pusulanın ibresi benim nabzımda durdu, ve çocuğun inip kalkan göğsünü görmemle hızla ona uzandı.

Düşük bir gümbürdeme, ardından bir tane daha ve bir tane daha. Yok denecek kadar az nabzından sadece bayıldığını düşünerek derin bir nefes alıp verdim ve eğik kafasını yavaşça kaldırarak duvara yasladım.

Açık tenliydi ama kesinlikle bir ölü kadar değil. Kahverengi saçları anlına dökülürken  hafif aralık duran dudaklarından hafif bir esinti yüzüme vurmaya başladıģında hayatımın en mutlu anlarından biri olduğuna yemin edebilirdim.

Yaşıyordu.

Rahatlayarak bıçağımı yere indireceğim sırada benden önce bir el bileğimi kavradı. Aynı anda sırtım sert bir şekilde yere  çarparken saçlarım dört bir yanıma dağıldı.

Acıyla inleyerek gözlerimi kapattım ve biri beni etkisiz hale getirdiğine inana kadar gözlerimi açamadım.  Karnımın üzerine neredeyse nefesimi kesmeye yetecek bir yük oturmuştu, iki elim koca bir elin içindeydi. "Bıçağı bırak." Buz gibi bir ses, yutkunarak gözlerimi açtım ve hemen gözlerimin içine sert bir ifadeyle bakan  gözlere baktım. 

Az önce öldüğünü düşündüğüm çocuk elinde kendi bıçağıyla bana meydan okuyordu.  İki parmağımın arasına sıkışmış bıçağıma sıkı sıkıya tutunarak "Dur." diye fısıldadım korkuyla.Kelimeler boğazımda düğüm düğüm olmuştu. Derin bir nefes alıp konuşmaya çalıştım. "Ben kötü biri değilim."

"Sana bıçağı bırak dedim." Kemikli yüzündeki her bir kas gerilerken yüzüme tıslamıştı. Bir katil olamayacak kadar yakışıklıyken ifadesi tamda bunun tersini gösteriyordu.  "O kızı sen öldürdün." dedim dehşet içinde. Benide mi öldürecekti?

"Neyden bahsediyorsun sen?" Kendi canımın derdine düşerken çocuğun elleri arasında çırpınmaya başladım. "Çekil üstümden!"

Kıza baktım. "Onu sen öldürdün değil mi?" Benim baktığım yere baktığında yüzü rengini kaybetti anında. Ben söyleyene kadar cesedi fark etmemişti. Bunu gözlerindeki dehşete düşmüş ifadeden  anlayabiliyordum. "O..."

"O ölmüş." diye bağırdım. "Onu sen öldürdün."

Bakışları gözlerime düştü. "Kes saçmalamayı! Ben kimseyi öldürmedim."

"Kim öldürdü o zaman?" Birbirimize baktık. "Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum." Oda benim gibi hiç bir şey hatırlamıyordu. "Hatırlamıyor musun?"

"Evet, Hiç bir bok hatırlamıyorum. En son evden çıkıyordum, devamı yok."

"Evin neresi?"

"Sanane kızım?"

"Yaa gerizekalı mısın, Sadece ne kadarını hatırlamadığını anlamaya çalışıyorum. Ayrıca üzerimden çekil artık. Nefes alamıyorum. Bu cılız halimle bir erkeği öldürecek değilim."  Üzerinde kısaca gözlerimi gezdirdim. "Hele senin gibi birini!"

"Ama o kızı öldürecek birisin, öyle değil mi?" Aman Allah'ım katilin benim olduğumu iddea ediyordu. "Saçmalama. O kızı ben öldürmüş olamam. Bu imkansız. Onu tanımıyorum bile."

"Tanısan öldüreceksin yani?" dediginde ona tuhaf tuhaf bakmaya başladım ama zaten sıradan  bir durumun içinde  kesinlikle değildik. "Gerçekten saçmalıyorsun. Kendi suçunu benim üzerime atmayı planlıyorsan bundan hemen vazgeç. Çünkü kimseyi öldürmediğimden eminim."

"Tesadüfe bak! bende öyle."

"Kim o zaman?" diye fısıldadım. "Katil kim?"


Her yalanın bir doğrusu olduğu gibi, her cesedinde bir katili olmak zorundaydı. Ve o katil ikimizden biriydi. 

Kayıp GünHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin