''Ondan sıcaklığını alsan geriye ne kalırdı? Şimdi söyle bana; beklettiğin bu kalbi kül edip öldürmek bu kadar kolay mıydı?''Atlas beni eve bıraktıktan sonra kendimi sonunda odama atabilmiştim. Bugün kendimi çok farklı hissediyordum fakat bu kesinlikle iyi bir his değildi. Normalde bugün yaptığımın iki katı kadar yorsam da kendimi, bu kadar bitkin düştüğümü hatırlamıyordum. Saat 21.30'u gösteriyordu. Gün içinde babam bir kaç kez iyi olup olmadığımı sormuştu, daha çok mesaj atmıştı, yoğunluğundan olsa gerek aramamıştı. Halam ise sabah, akşam için geleceğini söylemişti fakat aramamış ya da mesaj atmamıştı.
Kahvemi yaptıktan sonra yeniden odaya çıktım ve telefonumun yanıp sönen ışığını gördüm. Birisi arıyordu; telefonu elime aldıktan hemen sonra ekranda halam yazısını görür görmez aramayı cevapladım.
''Efendim,'' dedim sesimin yorgun çıkmamasını umarak. Benim aksime halamın sesi oldukça keyifli geliyordu. ''Fıstık, naber? N'apıyorsun bakalım?'' Sesli bir nefes verdim, bu ses tonunu tanıyordum. Kahvemden bir yudum aldım. ''Hala, bu gece hiç havamda değilim.''
''Ama daha bir şey sormadım bile, bi dinle önce, Alin.''
Gözlerimi devirdim. ''Hala, senin hiç arkadaşın, kankan, sevgilin falan yok mu? Biraz da onlarla gecelere aksan diyorum, beni bir salsan mı acaba?''
''Kimse senin gibi kafa dengi değil be yeğenim.'' Halamın boğazından küçük bir kıkırdama döküldü. ''Hala, babamı biliyorsun, bu saatte dışarı çıktığımızı öğrenirse canımıza okuyacağını da. O yüzden hiç zorlamayalım bence, ne dersin?'' dedim sesim yumuşak tutmaya çalışarak.
''Alin sana ne oldu bugün, sabahta canın sıkkındı zaten? Neyin var söyle bakalım. Atlas'la falan mı bir şey oldu yoksa?''
''Hayır. Gerçekten bir şey yok. Sadece yorgun hissediyorum ve biraz dinlenmek istiyorum.'' Kararlı bir tonda konuştuğumda elimdeki kahveyi komodinin üzerine bıraktım. O sırada bir kapı açılıp kapanma sesi duydum ve adımların yaklaştığını. Babam gelmiş olmalıydı.
''Üzgünüm, Alinciğim artık çok geç.''
''N—''
Ne diyecektim ki lafımı bitiremeden odaya giren halamla karşı karşıya geldik. Benim telefonum kulağımda onunki de elindeydi. Telefonu kulağımdan çektim ve aramayı sonlandırdım. ''Bu kadar kafaya koymuşsun dışarı çıkmayı sonra buralara kadar falan gelmişsin de, ben hiç havam da değilim,'' dedim sıkıntılı bir nefes verirken. Bir kaç adım atıp bana yaklaştı ve yanıma oturdu.
''Bana bak Alin. Ya bana ne olduğunu anlatırsın ya da seni kolundan tuttuğumu gibi en yakın bara götürür bacakların çekilene kadar dans ettiririm.'' Gözlerime öyle kararlılıkla bakıyordu ki, bunu yapacağından esinlikle emin olmuştum.
Seslice bir kez daha nefesimi vererek, ''önemli bir şey değil, sadece sabah bir şey oldu,'' dedim pes ederek. ''Ne oldu?'' diye sordu. Gözlerini kısarak dikkatle yüzümü inceledi, ifadesi ciddileşmişti.
Dudaklarımı ıslattım. Başımı ona doğru çevirdim. ''Ben yeniden halüsinasyon görmeye başladım,'' dedim parmaklarımla oynarken. Halüsinasyonlar görmeye 8 yaşlarında başlamıştım, bir kaç terapi sonucunda bunu atlatabilmiştim. O yaşlarda halüsinasyonlar görmemin sebebinin, annesiz bir çocukluk geçiriyor olmamdan kaynaklı olabileceğini söylemişti psikolog.
''Bu sabah, yine oldu.'' Derin bir nefes aldım ve oynadığım parmaklarıma çevirdim gözlerimi.
Elini kolumda hissettim fakat başımı kaldırmadım. ''Tatlım, bana bak lütfen,'' dedi yumuşak bir sesle, iki parmağıyla çenemden tutup başımı ona doğru çevirdi. ''Bu utanacağın ya da benden saklayabileceğin bir şey değil biliyorsun değil mi?'' Başımı salladım. ''Senin her zaman yanında olurum, bana güven tamam mı?'' Ona güveniyordum. Küçükken annemin yokluğunu yanımda olup hissettirmemeye çalışırdı bana hep. Geceleri onunla uyurdum, birlikte şarkılar söylerdik. Hep sesinin kötü olduğunu söylerdi, önemli olmadığını sadece yanımda kalmasını istediğimi söylerdim. O zamanlar eğer onu sıkarsam, üzersem onun da annem gibi beni bırakıp gidebileceğini düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEARS OF THE SUN
FantasyGüneş gitmişti. Artık sadece kış vardı; sadece fırtına, sadece karanlık...