''Kalbime batırdığın iğneler bir gün seni tutsak eder diye, tüm Lavinialar'ı serdim önüne.''BARLAS
Yokuştan çıkmak, inmek kadar kolay değildi. Kesik kesik nefeslerin arasından ciğerlerinizde minicik bir ferahlamanın yer bulmasını istiyordunuz çaresizce. Fakat bu her zaman olmuyordu.
Bazı yokuşların eğimi öyle fazla, yürümesi öyle zordu ki adım atamayacak hâle geliyordunuz. Tek bir yokuş insanı mahvedebiliyordu, halbuki bilmiyorduk ki hayatın biçtiği yokuş bu kadar basit değildi.
O yokuşların sonu elbet çıkardı düzlüğe, ardından derin bir rahatlama.... Keşke hayatta böyle olsa.
Bu kadar basit olsa...
Eğer basit olsaydı hayatım; kokusunu bu kadar yakından duyduğum kadına sarılabilirdim tüm özürleri bahşedercesine. Seni hiç bırakmayacağım der gibi. Ya da yanında olmak istiyorum der gibi...
Diyemezdim. Cesaretsizlikten değildi her şeyin sebebi; mecburiyettendi bazılarınınki. Ya da yalan söylememek istediğimdendi. Çünkü biliyordum; öyleydi. Tek bir gerçek dışında.
''Siz birbirinize ölüm getirensiniz. Hem birbirinizin ilacı hem de yarasısınız. Bu sizin sonunuz olabilir.''
''Daha ne kadar bekleyeceksin burada?'' İçime sığdırmayı denedim yıllardır soluyamadığım oksijeni. ''Ona yaptığım büyü etkisini gösterecek ve dün geceye dair hiçbir şey hatırlamayacak. Seni burada görmeden git buradan.''
''Biliyor musun Poyraz?'' İstifimi hiç bozmadan yalnızca arkama yaslandım. ''Çok boş konuşuyorsun.''
Sesli bir nefes verdi. Öfkelendiğini görmek zerre umurumda değildi. ''Çok yanlış ata oynuyorsun, Siva. Onu senin oyunlarına alet etmem.''
''Siktir git Poyraz,'' diye tısladım dişlerimin arasından. Yoksa bu oda mezarı olacaktı. Hâlâ burada durmaya devam ettiğinde bu sefer oturduğum berjerde başımı ona doğru çevirdim. Odanın ışıkları kapalıydı fakat odada kendiliğinden ışık saçan bir güneş vardı, onun ışığı yetiyordu etrafı aydınlatmaya. ''Hâlâ neden buradasın, Poyraz,'' dedim bu defa gayet sakin bir sesle arkama yaslanırken.
''Uyandığında seni görmemesi gerek!''
''Bu zamana kadar görmediği gibi mi?'' dedim alaycı bir gülüşü suratıma yerleştirirken. ''Bunun bir bedeli olacak. Bunun çok büyük bir bedeli olacak, bunu biliyorsun.'' Ellerimi benden habersiz yumruk hâlini aldı.
Poyraz'ın yutkunduğunu gördüğümde karşımda duran berjere geçip oturdu. Güneş'imin uyanmayacağını biliyordum fakat onu izlemek istiyordum, karşımdaki bu piçi değil.
Ellerini birbirine kenetlerden, ''Kızımı korumak zorundaydım,'' dedi kısık fakat sert bir tonda. ''Bu yüzden yaptığım hiçbir şey için pişman değilim.''
''Ama olacaksın,'' dedim keskin bir sesle hızlıca konuşarak. ''Onu benden aldığın her günün, her gecenin, gündüzün, saniyenin bedelini ödeyecek ve pişman olacakasın.'' Dişlerimi sıktığımda göğsüm inip kalkıyordu. Öfkemi kontrol altında tutmalıydım, Güneş'imin yanında olmazdı, onun yanında olmazdı. ''Sen benim nefesimi, uykularımı, gözlerimi, huzuru bulduğum kokumu çaldın benden.'' Öldürücü bir şekilde gülümsedim, bu gülümseme ona tanıdık gelir miydi bilmiyordum fakat bana oldukça tanıdıktı. ''Sen benden her şeyimi çaldın, hayatımı elimden aldın; bense senin hayatını başına yıkacağım.'' Bir kaç saniye bekledikten sonra dudaklarını aralayıp bir şey söyleceği sırada, ''Odadan çık,'' dedim. ''En azından bunu yap, belki o zaman onun babası olduğun için biraz olsun saygı duyabilirim.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEARS OF THE SUN
FantasyGüneş gitmişti. Artık sadece kış vardı; sadece fırtına, sadece karanlık...