Bölüm 11- Saklanan Ve Yasaklanan

143 26 4
                                    

Multimedia; Tolga (Jack aşqwı kötü karakter yaptım naled)

"Tolga?"

Hayatımda şuan görmek isteyeceğim belki de son kişi oydu.

Belki de görmek isteyeceğim ilk kişi...

Ama böyle bir durumda, özellikle kendimi tam anlamıyla Batu'ya kaptırmışken,  değil onu, ölen öz annemi bile görmek istemezdim. Gerçi onu hiçbir koşulda görmek istemezdim. Gerçi bunun konumuzla ilgisi yok. Sanırım içinde bulunduğum durum, devrelerimi yaktı.

"Bu kim Edis?"

Şokla açılmış gözlerimi sesin sahibine döndürünce hala Batu'yla kucak kucağa olduğumuzu farkettim ve zehirliymiş gibi kendimi ondan uzaklaştırdım. Batu adeta düşmanını gören bir horoz gibi göğsünü şişirerek korkutucu bakışlar atıyordu etrafa.

"O... O şey... O aslında şey-"

"Neyim ben Berra? Hadi anlatsana ona."

Bunu büyük bir öz güven ve küstahlıkla bunları söyleyen Tolga'ya döndüm.  O da bana bakmıyordu. Batu ile gözlerini birbirlerine kenetlemişlerdi.

Hayır yani başka bir zaman başka biriyle olsa 'oha ne yapıyonuz aile var burda' derdim.

Ama şimdi denesem ebemle bile kurtulamazdım.

Batuhan'a yaklaşıp "O pekte umursanacak birisi değil, hadi, daha da geç olmadan biz gidelim," dedim. Soğuk tavırlarımı farkeden Tolga alayla kaşlarını kaldırdı, ben de cevap olarak çenemi kaldırıp ona hissiz bir bakış attım.

"Demek öyle Berra?" dediğinde Tolga, Batu'nun kolu kalkıp benim omzuma indi.

"Sen öyle diyorsan öyledir Edis."

İsmim üzerinden birbirlerine horozlanmalarını -üvey annem hep öyle der- anlamıştım.

O kadar da salak değiliz yani.

"Hadi gidelim buradan," dedim Batu'nun elini tutarak. Tamam belki kaşınıyordum, biraz kaltakça davranıyordum ama bu ikisinin de yüzünde olan ifadeye değerdi.

Ve tabi kendi yüzümdeki ifadeyi saklamaya.

Bir iki adım atmıştık ki arkamdan seslendi:

"Seni arayacağım, o zaman daha rahat konuşuruz."

Piç kurusu.

Batu'nun duraklamasının ardından ona adeta tıslayarak "Yürü," diye komut verdim ve işin ilginç yanı, beni dinledi.

★☆★☆★

"Sen az bi gelsene benimle."

Siktir.

Açıklığa geldiğimizden beri ondan kaçıyordum ve o da, itiraf etmek gerekirse, pek üstüme gelmiyordu. Ve şimdi klasik kamp ateşi etrafında tuhaf ve saçma şeyler anlatıp milleti korkutmaya çalışma etkinliğini gerçekleştirecekken kolumdan tutmuş ve beni birisinin görebileceğinden uzak bir yere sürüklüyordu.

Hadi hayırlısı be gülüm.

Hah işte, eksik kalmıştın, sende geldin tam oldu. Nerelerdeydin ya?

Açıkçası bilmiyorum, sanırım Batu ile olan yakınlaşmadan sonra bana bağlı şarteller attı, kapatıldım yani.

Ohoo sen çok şey kaçırdın be gülüm.

Tamam, ben iki dakikaya gidip karşı komşum Hafize'den öğrenip geliyorum.

Arkadaşlar,  Hafize diye biri yok, bu iç sesimin yalnızlıktan hafızama taktığı isim.

"Tamam, şimdi anlatmaya başlasan senin için çok iyi olur," dedi Batu gözlerimin içine sinirle bakarak. Ne anlatmam gerekiyordu ki? Sonuçta herşeyi olduğu gibi anlatamazdım. Bir yalan uydurmalıydım.

Aslında bu durumda yalan söylemenin bile yararı olmaz, ki yalanın hiç bir zaman yararı olmaz, bu yüzden doğruyu söylemeye karar verdim.

Tabi bazı küçük detayları atlayarak.

"Tolga benim eski sevgilim, tahmin edebilmişsindir," dedim oldukça sıradan birşeymiş gibi.

"Ya, evet, şimdi devam et."

"Off, o benim ilk sevgilim, ilk sevdiğim, ilk kıskandığım, ilk hayal kurduğum, ilk kavga ettiğim, ilk elini tuttuğum, ilk öptüğüm, ilk dokunduğum. Ve şimdi de o benim kendime olan ilk yasağım. Tamam mı? Rahat etti mi için? Öğrendin işte, " sonlara doğru sesim kısılmıştı ama hala başım dik bir şekilde ona bakıyordum.

"Onu çok sevmiş olmalısın."

"Hemde çok."

"Onu çok seviyor olmalısın?"

"Artık, hiç. "

Yaptığımız konuşmanın ağırlığı üstüme oturmaya başlamıştı artık. Daha fazla dayanamayıp, neden olduğunu bilmediğim bir şekilde kızararak kafamı eğip "Artık geri mi dönsek?" dedim. Sessizce ilk ona çarptığımda yaptığı gibi elini ensesine götürüp hafifçe kafasını salladı.

Sessiz geçen birkaç adımdan sonra bana seslenerek, kolumu tuttu.

Ve bana sarıldı. 

İşte o an içimde bişeyler koptu. Saçma bir şekilde tanıştığım, inatlaştığım bu çocuk sayesinde, hergün Tolga'nın dönmesi için ettiğim duaları bırakmıştım. Aylardır adını bile anmıyordum, bu güne kadar. Ve ben bunu şuan anladım.  Bir süre sonra ayrıldığımızda birkaç dakika bana baktı ve ardından yürüyüp gitti.

Garipti.

Birşey mi yaptım?

Ter mi kokuyorum yoksa?

Bugünkü onca maceradan sonra bu gayet doğal yani canısı heç gusura bahma.

Ben neden burada böyle dikiliyorum ki?

Evet güzel soru. Çünkü, ayakkabımın bağcığı çözülmüştü ve bende telekinetik güçlerle onu bağlamaya çalışıyordum.

Tabi ki yapamadım.

Bağcığımı bağlayıp gitmeye başlayacağım sırada arkadan gelen ses beni olduğum yere çiviledi.

"Demek ben yasaklananım, öyle mi Berra? Peki ya o çocuk neyin? Gizlediğin, sakladığın küçük yeni aşkın mı?" Tolga ve alaycı sözleri... Canı yanmıştı ve şimdi de benimkini yakmak istiyordu.

"Öyle birşey olmadığını tahmin edecek kadar zeki olduğunu sanardım, Tolga."

"Adımın dudaklarından ne kadar güzel çıktığını unutmuşum Berra. Bu bana ait birşeydi, değil mi? Sadece benim adımı bu kadar güzel söylersin. Ve sende bana ait birşey daha var sanırım. Bir borç,  daha doğrusu. "

"Ne saçmalıyorsun sen ya?" doğrusu biraz tedirgin olmuştum. İçimden bir ses, iç sesimden başka bir sesti bu, daha çok altıncı his gibi, bu konuşmanın kötü bir yere gideceğini söylüyordu. Ama tabi iç sesimde olabilirdi, sırf inadına böyle hissetmemi istemiş olabilirdi.

Bana yaklaşırken, sadece bunu umuyordum.

Ama yanılmışım, altıncı hismiş.

Beni öptü.

Lanet olsun.

Roma(n)tizmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin