BÖLÜM 1: Cinayet.
1998
İstanbulÖnündeki mağaraya ilgiyle baktı küçük çocuk. Toprak zemin düz bir şekilde ilerlerken, bir noktada hafif yokuş olmuştu ve yokuşun altında bir açıklık vardı. Burayı görmek çok zordu ancak o bulmuştu ve bambaşka bir evrene açıldığına emin gibiydi. Duraksayıp karanlığın ardında neler olabileceğini düşündü. Bir anda gözlerinin önünde belirivermişti hayal dünyasında yaşayan çoğu karakter.
Yeşil uzaylılar saklanıyor olabilirdi, yarasalardan oluşan çok gizli bir ülke kurulmuş olabilirdi, ya da Şirinler ülkesine açılan bir kapı olabilirdi. Bu fikir onu heyecanlandırdı. Şirinler onun en sevdiği çizgi filmdi. Arkadaşları onun kız çizgi filmi olduğunu söylediği için artık gizli gizli izliyordu. Şimdi onları görme fikri çocuğu heyecanlandırmıştı. Önce etrafında kimsenin olmadığından emin oldu.
Tam mağaraya adım atacağı sırada annesinin sesini duydu.
"Oğlum! Ne yapıyorsun orada? Hadi gel, etler pişti." Oflayarak küçük elleriyle yüzünü kapattı. Annesi bir dakika sonra seslense ne olurdu ki? Mağarasını göremeyecekti şimdi! Küçük çocuk istemeye istemeye mağaradan uzaklaşıp anne ve babasının yanına gitti.
Babası ciddi bir şekilde, mangalda pişirdiği etleri tabağa koyuyordu. Annesi de gülümseyerek çatalları yerleştiriyordu. Biraz ürkek bir şekilde annesinin yanına sırnaştı çocuk. Babası çok ciddi bir adamdı. Çok sert mimikleri vardı, babasını çok sevse de ondan korkuyordu. Onu bir kez askerlerine bağırırken de görmüştü, en çok o zaman korkmuştu.
"En sevdiğinden yaptı baban,bak." Dedi annesi tüm sevecenliğiyle. Küçük çocuk da gülümsedi annesine. Annesi babasının tam tersiydi, oldukça güler yüzlü bir kadındı.
Babası da oturduktan sonra yorgun bir nefes verip çocuğa baktı. "Hadi başla bakalım, beğenecek misin?" Babasının mutlu olduğu nadir anlardan birinde olduklarını anlayıp sevindi çocuk. "Tamam, baba," ve kahkaha dolu olacak yemeklerine, güzel bir sohbet eşliğinde birlikte başladılar.
***
Çaresizlik.
Bu his, sevdiklerinin içinde olduğu bir bina enkaz olurken buna tanıklık eden birisi çok iyi bilir. O enkazın içinde olmak ister belki, son saniyelerinde dahi olsa sevdiğine sarılarak bu dünyadan gitmek ister. O an için ölmek önemsizdir onun için, tek dileği sevdiği insanlar giderken arkada kalmamaktır. Kalmak, gitmekten her zaman daha zordur. Çaresizlik böyle bir histir işte.
İliklerime kadar hissediyordum son günlerde bu hissi. Elimi uzattığım her dal paramparça oluyordu. Umudum hep kursağımda kalıyordu, nefes alamıyordum. Yalnızdım, kimsem yoktu. Tüm dünya karşımdaydı sanki, yıkılışımı görmek istiyordu. Sevdiklerimin altında kaldığı enkazı izlememi istemiyorlardı, ardından o enkazın ta kendisi olmamı istiyorlardı ve bu daha çok canımı yakıyordu.
Sahi, en son ne zaman böyle yalnız hissetmiştim? Muhtemelen hiç hissetmemiştim. Ne annem kalmıştı, ne de babam. Ablam vardı sadece, kendi çapımızda yaşamaya çalışıyorduk. Şimdi onu da almışlardı benden ve karşılığında asla veremeyeceğim bir şey istiyorlardı. Dünya adaletsizdi, insanlar da öyle.
Yine de çabalıyordum. Hayat bana bunu öğretmişti çünkü. Çaresiz de olsam, savaşmak zorundaydım.
Derin bir nefes verip, çalıların arasından dikkatli bir şekilde çıkarak adamların peşinden ilerledim. Birkaç ağaç daha geçtiler ve yeterince ilerlediklerini düşünmüş olacaklar ki, durdular. Koca gövdeli bir ağacın arkasına saklandım. Beni fark etmediklerine emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zemin.
Подростковая литератураBüyük bir depremin yıkımı, ne kadar ağır olabilir? Getirileri, götürüleri ne kadar dağıtabilir? Enkazın altında kalanları nasıl kurtarırız? Ya o enkazın altında biz varsak? Ya da asıl enkaz biz olmuşsak? Belki de... Depremin ta kendisiyizdir. Ortad...