I Bet You Look Good On The Dancefloor

139 21 89
                                    

Bir gün...Bir gün daha yavaşça son buldu. Hava karardı. Sokaklar sessizleşti. Güneş, Ay gökyüzünü terk ederken onu selamlayarak yerini aldı.
İnsanlar yataklarına yerleşip günün yorgunluğuyla uyuya kaldığında bir pencere her zamanki gibi loş ışıkla aydınlandı.
İnce parmaklar...
Tükenmez kalemi kucaklıyorlar. Kâğıt gökyüzü kadar siyah mürekkebe bulanıyor. Öyle oldu. O loş ışıkla aydınlanan garajda bir kalp kırıklığı duyuldu. Boşlukta dalgalanıp sessizliği doldurdu. Kimin kalp kırıklığı? Bu göğse batıp kanayan. Akan koyu kırmızı sıvı...Kimin kapanmaz yarasının karması?

Deri koltuktan kalktım. Yapamadım. Her zamanki gibi uyuyamadım. Korktum. Göreceğim rüyaların,
kabusların canımı yakmasından korktum. Onu görmekten korktum. O adamla. Düşünmek istemedim. Düşünmek ve üzülmek. Yerde beni izleyen buruşmuş kağıt parçalarının arasından süzüldüğümde nefes alamayarak kapalı kapıyı aralayıp boşluktan kaydım. İç çektim. Sıkkınca. Sessiz koridorda ilerledim. Karanlıkta yolumu bulmaya çalışırken ayılmak için kahve yapmaya karar vermiştim ama yine çok çabuk vazgeçtim. Banyoya doğru yürüdüm. Yüzümü yıkamak için. Ondan da vazgeçtim. Dolandım durdum. En sonunda kendimi yeniden garaj kapısından içeri girerken bulduğumda deri koltuğun üzerindeyim. Gitarımın yanında. Kavradım ve gezdirdim parmaklarımı. Siyah...Parlak...Ailem bana bu gitarı doğum günümde aldı. İlk gitarım. Ne mutlu olmuştum. Çokta yalvarmıştım. Almaları için. Öyle değil mi? Öyle.

 Öyle değil mi? Öyle

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Düşünmeyi bıraktım. Kendim soruyor. Kendime soruyor. Kendim cevaplıyorum. Gülüyorum. Bazende korkuyorum. Delirmekten. Oysaki biliyorum. Korktuğum şeye doğuştan sahibim. Delilik.

Parmaklarım tellerin üzerinde. Sessizce mırıldanıyorum. Çalıyorum. Kendi kendime söyleyerek. Kendi kendimi dinlerken. Kendi kendimi tebrik ediyorum. Hayal ederken. Sahnede olduğumu.
Evet, hayal ediyorum.
Beni izleyen gözlerin varlığı.
Beni dinleyen silüetler.
Alkışladıklar...
Beni...Beni...Beni...Beni...
Ben...Ben...Ben...

Hayal ettim. Evet. Hayal ettim. En çokta şarkılarımdaki kadını. Hayal ettim.
Gözleri. Deniz mavisi. Büyük karikatür gözler.
Uzun, omuzlara düşen...Esen hafif rüzgarla uçuşan...
Güzel saçlar.
Kaşlar...Yay gibi. Kara kalemle çizilmiş sanki.
Dudaklar...Dolgun...Pembemsi.
Gülüşü...Kahkahaları ve kıkırtıları.
Burnu...Kalkık...Küçücük.
Yanakları...Utançtan kızarmış.
Kokusu...O hissiyatı anlatılamaz cennetin bir yansıması olan o koku hani. O kokuyu barındıran. Boyun...Ne güzel...Zarif...
Omuzlar...Göğüsler...İncecik bel...
Kalçası...Kıvrımlı bedeni. Pürüzsüz teni. Güzel bacakları. Minik ayakları ve o...
İşte Carmen.
Carmen...Carmen...Carmen...
İki lafımdan biri Carmen.
Güzelliğinin tarifi olmayan Carmen.
Kalbimdeki ağrının...Midemdeki bulantının...
Gözlerimdeki parıltının sebebi.
Carmen.

Evet Carmen.
Ne kadar kendimle kavga etsemde...Düşünüp üzülmemek için çabalamak adına...Aşkımın...Derin duygularımın selinde kaybolmamak için...Engel olamasamda...Kendime...
Ne diyordum. Ne söyleniyordum. Evet şöyle diyordum: Düşünmeden edemediğim...Carmen.
Mırıldanırken yeniden korkumun beni sarmaya başladığını hissederek titrerken sayıkladığım o isim. Carmen.

"𝓒𝓾𝓻𝓽𝓪𝓲𝓷𝓼...𝓐𝓷𝓭...𝓟𝓾𝓹𝓹𝓮𝓽𝓼..."                   AlexTurnerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin