bölüm iki - bazen bazı şeyler ölür, sebebi böyle günler olur

125 18 8
                                    

son feci bisiklet - i

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

son feci bisiklet - i.k.o.

insanlar gelir, insanlar gider. kuşlar uçar, yorulur bir kenara konar. yollar hızlıca altımızdan kayar, ışıklar kırmızıdan yeşile döner. kafeler dolup taşar, sonra bir anda bomboş olur. sabahları bir telaşen yoksa yürümek güzeldir, kuşlar kulağına şarkı söyler; sabahları bir telaşen varsa yürümek cehennemdir, kalp atışların kulağını özenle doldurur. 

bir yolu güzelce yürürüm, adımlarımı temkinli atarım çünkü çok kez düştüm. birine arkadaş demeden önce günlerce düşünürüm, ama sonunda arkadaşım derdim çünkü başka seçeneğim yoktur. 

kaçarım, çok güzel kaçarım gerçeklerden. özellikle de beni üzecek gerçeklerden. o gün kütüphaneden bu yüzden kaçtım, o yemeğe bu yüzden gitmedim ama hemen anlatılacak şeyler değil bunlar. 

hemen anlatılacak şeyler değil ama koridordan birine sorsanız size ayaküstü her şeyi doğru yanlış anlatır. adım bazen şeytana çıkar, gözlerim kırmızı olur. adım bazen meleğe çıkar, sırtımdaki kanatlarım yürüdükçe insanlara çarpar. 

böyle işte. çok kolaydır insanların size bir sıfat bağışlaması. elini cebine atar, cebinden ilk çıkanı sana yapıştırıverir. 

"diyetteyim," 

kang min jeong, kendi halinde bir kızcağız. benim gibi yirmilerinde, oradan oraya koşturuyor. mimarlık okuyor, bu yüzden sırtından çantası eksik olmaz. 

min jeong kendi halinde bir kız ancak zehirli okları var. sırtından eksik olmayan çantasının en arka gözünde taşıyor ve bazen hemen yanında oturan bir diğer kıza, lee yu yeon'a, gizlice batırıyor. biliyorum, çünkü bana söylüyor. nasıl onun dedikodusunu bana yapıyorsa benim dedikodumu da ona yaptığını biliyorum. çünkü bir kez çantanda zehirli ok taşıdıysan herkese batırmaktan kendini alamazsın. 

lee yu yeon da kendi halinde, yirmilerinde bir genç kız. dalgalı bir aşk hayatında kıyıdan kıyıya savruluyor ancak aklı başında. bazen onun yanında kendimi küçücük hissediyorum, insanlara ya da sadece bana, böyle hissettirdiğinin farkında olup olmadığını bilmiyorum. 

yu yeon da sırtında ağır bir çantayla geziyor. çantasının en arka gözünde zehirli okları yok ancak inciten sözleri var. desteğine ihtiyacım olduğu bir günde aradığımda alelacele telefonu kapatması var. yürürken beni geride bırakması, başkalarının yanında beni kolaylıkla ezmesi var. 

kime arkadaşım demem gerektiğini uzunca bir süre düşünürüm ancak sonunda herkese arkadaşım derim çünkü başka seçeneğim yok. hayatıma girecek ve elimden tutacak kimse yok. yürüyemediğim yolları, geçemediğim sokakları ve giremediğim odaları bitirecek kimse yok. 

denedim. 

kendim kalkmayı da istedim. arkama geçip kendimi iteledim. elinden tuttum, yerlerde sürüklendim ama bir türlü ayağa kalkamadım. 

sevilsin diye gönderdiğim kuşumun kanadı kırılınca ben de düştüğüm yerden kalkamadım. 

"sen yemek yemeyecek misin, sun jung?" 

"siz başlayın," dedim. "pek iştahım yok." 

"olmaz tabii," diye başladı sözlerine min jeong. oklarının uçlarını sivrileştirdiğini gördüm. "onları gördüm buraya gelirken." 

yu yeon pek umursamadı, ben de menüye bakmaya devam ettim. aç olmadığım halde büyük bir özenle inceledim menüyü ancak min jeong sözlerine devam etti. "nasıl da ayrılmadan geziyor şu üçü anlam veremiyorum. onca şeyden sonra hiçbiri başını eğmedi." 

cevap vermedim. 

cevap vermedim çünkü aylardır dönen bu muhabbet artık beni boğuyordu. bir çift kuvvetli ele dönüşen bu muhabbetin önce saçlarımı okşadığını, okşarken birkaç tel yolduğunu, sonrasında da boğazımı tüm gücüyle sıktığını kimse bilmiyordu. 

dakikalarca camından binaları izlediğim psikoloğum da dahil kimse bilmiyordu. 

"ama sen eğiyorsun başını," dedi min jeong. 

ne yapayım, dedim. başımı eğmeyip ne yapayım herkes beni konuşuyor. şu okulun dışına adımımı attığım anda nefes almaya başlıyorum ama kampüse girince herkes bana bakıyor gibi geliyor. 

"gitmeliyim, kulübün toplantısı başlayacak." dedim tüm bunların yerine. alışmalısınız, ben düşünürüm de söylemem. konuşup dururum ama tek bir kelime çıkmaz ağzımdan. 

kızlar bir şey söylemedi, ben de çantamı ve montumu alıp kalktım. 

herkesin çantasından bahsettim ama kendi çantamdan bahsetmedim. çantamın en arkasındaki gözü konuşamadıklarımla dolu. beni dinlemedikleri ya da anlatsam da anlamadıkları sözlerle dolu. 


hoopppp!!! nasılız acaba...



love poem | bang chanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin