bölüm altı - bir bulut olsam, yüklenip yağsam

64 12 8
                                    

sertab erener - lal

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

sertab erener - lal

oda arkadaşım kendi hâlinde birisiydi. odaya kaçta girdiğimi odadan kaçta çıktığımı umursamazdı, ben de ona neden her gece yatmadan önce camdan dışarıyı izlediğini sormazdım. neden tavana böyle hüzünlü baktığını, banyoda neden ağladığını ya da neden bu kadar az yemek yediğini. kampüste ara sıra denk geldiğimizde neden bu kadar neşeli olduğunu ancak yurt odamızda ruhu çekilmiş gibi davrandığını sormazdım, o da bana karışmazdı. 

bazı geceler uyku tutmayıp da telefonumu karıştırdığımda da kalın örtüsünün altında titreyen bedenini görürdüm. yaz kış altından yalnızca okula gitmek için çıktığı kalın örtüsünü bir duvar gibi etrafına örerdi. 

kulüp başkanı minho benimle bir öğleden sonra kampüsteki kafelerden birinde buluştu. yanında her zamanki gibi bir sürü kâğıt vardı, kulüp yönetmenin zor bir iş olduğunun farkındaydım neyse ki seungmin benim yerime çoğu şeyi hallediyor ve bundan da keyif alıyordu. 

minho bir süre konuşmadan yalnızca acı kahvesini yudumladı, bense dışarıdaki öğrencileri seyrettim. yağmur atıştırıyordu, güzel bir hava vardı açıkçası, minho ile kafede oturmasam kampüste ufak bir gezintiye çıkabilirdim. 

"jeon joo'ya sordum seni," diyerek konuşmayı başlattı minho. uzun zamandır zihnimin derinlikleri haricinde başka bir yerde duymadığım bu isim beni tedirgin etti, ister istemez kendimi masaya tutunurken buldum. "ölmüşsün gibi suratı bembeyaz oldu."

bir şey demedim, minho da konuşmaya devam etti. "o üçü el birliğiyle seni öldürdü diye düşündüm."

bir nevi. 

minho kendi kendine kıkırdadı, bense konuşmamakta ısrarcıydım. "eun jung da hiçbir yorumda bulunmayınca daha fazla üstelemedim, anlaşılan aranız bozuk." başımı salladım yalnızca. 

"siz en iyi arkadaşlardınız," dedi minho. "sen, eun jung ve jeon joo. ayrılmaz üçlü. fakültedeki çoğu hoca sizi ayrılmaz üçlü olarak biliyor."

omuz silktim. minho'nun söylediklerinden elbette haberdardım ancak elden gelen bir şey yoktu. hoş, şimdilerde gelip yeniden üç kişi olmak isteseler bile kabul etmezdim. 

"hiç," dedim. "bir tartışma yaşadık ve ben 'ayrılmaz üçlü'den ayrıldım."

"senin yerini chu jae hoon almış gibi." dedi minho, hâlâ hiçbir şeyden haberdar olmayan saf bakışları benimkiyle kesiştiğinde bir sorun olduğunu anlamış gibi parladı. 

haberi yoktu. 

aslına bakarsanız bu durum beni şaşırtıyordu. koridorda o kadar çok göz üstümde dolaşıyordu ki şimdiye kadar herkesin haberi olmuştur diye düşünmüştüm. sözler çabucak yayılır, yayılırken de evrilirdi. 

"yoksa öyle mi?" dedi minho. "seni çıkartıp onu mu aldılar?"

bir yorumda bulunmak yerine elim telefonuma uzandı. çoğu ortamdan bu şekilde kaçardım, uçak modundaki telefonumu kulağıma götürdüm ve kendi kendime pekâlâ, geliyorum tarzı şeyler söyledim. sonra da minho'ya döndüm, bakışları öncekinden daha endişeliydi. neşeli hâli yavaştan uçup gitmişti, masanın üstündeki kahvesi de soğuyordu. 

minho iyi birisiydi, ona anlattığımda benim yanımda olacağını biliyordum ancak kendimi anlatmak, kendimi açıklamak artık beni yoruyordu. üstüne üstlük herkes bu konu hakkında konuşmaya devam etse bile ben herhangi bir yorumda bulunduğum anda birileri tarafından 'kuyruk acımı' hâlâ unutamamış konumuna düşüyordum. 

bu yüzden minho'ya bir şey söylemeden yalnızca telefonumu işaret ettim, o da başıyla onayladı ancak konuşma burada bitmemiş gibiydi. kafeden çıktıktan sonra on on beş adım daha atıp telefonu kulağımdan ayırdım ve çantamın derinliklerine gönderdim.

yağmur dinmişti, bu saatte yurt odama gidip oda arkadaşımın kasvetli havasını artırmak istemezdim, kulüp odasının sessiz olacağını düşünerek adımlarımı oraya yönlendirdim. 

bir iki koridor geçtim, birkaç açık kapının önünden geçerken adımlarımı hızlandırdım, bazı grup halinde duran öğrencilerin yanından geçerken çantamı karıştırdım halbuki çantamda bulmak istediğim hiçbir şey yoktu. bir sınıfın önünden geçerken sıranın üstünde keyifle oturan hyunjin'e takıldı gözlerim, hemen yanında da chan oturuyordu. eğlenceli bir sohbetin içinde gibiydiler bense bir sohbetten ardıma bakmadan kaçmıştım. 

ilan panosunun üstündeki alakasız renklerde bir nikah davetiyesini de geçtim, geçerken de yavaşladım.

tüm arkadaşlarımız davetlidir!

herkes hayatını yoluna koymuş, diye düşündüm. ben hâlâ kendi hayatıma dahil olamamışken bazıları birbirlerinin hayatına istediği gibi dahil olabiliyor, diye düşündüm. 

kulübün kapısını itekledim, jisung koltukta uyuyordu, çantamı yavaşça bir sandalyeye bıraktım ve biraz olsun daha az düşünebilmek için gece yarısına kadar ders çalıştım. 

nasıl gidiyoruz~~

love poem | bang chanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin