Hayat inişli çıkışlı olur derler ya hani. Bir anda kendini bir bataklığa çekilirken bulabilirsin mesela. Canın acıyor, kalbin sıkışıyor ve bunlara katlanamıyorsundur. Hayat o an senin için cehennem olur, bir an önce son vermek istediğin bir duruma dönüşür.Geçmişim, aynen öyle. Şuan ise hayatın cennet kısmında sayılırım. Beni cennete götüren melek ise benim dönüm noktam. Hayatımın dönüm noktası...
İçimdeki huzursuzluk hep varlığını sürdürse de Jongseong, o huzursuzluk duygusunu aldı ve büyük bir kasaya kilitledi. Gece gündüz başında nöbet tuttu, oradan çıkmasın diye. Öldürmek istemedi onu çünkü duygularımız olmadan biz, birer hiçlikten başka bir şey değiliz.
"Jungwon!" Yine kafam başka yerlerdeydi. "Efendim.~" "Sen beni niye dinlemiyorsun bakalım? Deminden beri telefonda sana sesleniyorum." Hafif sinirli şekilde çıkan sesi kıkırdamamı sağladı. "Şey, dalmışım biraz. Ne demiştin?" Derin bir iç çekiş duyuldu, telefonun diğer ucundan. "Neredesin, kurstan mı dönüyorsun?" Sanki görecekmiş gibi kafamı salladım. "Evet, hatta bizim banka yaklaştım. Sen neredesin?" "Evdeyim ben, istersen bankta bekle beni hm?" Bu bizim hep yaptığımız bir olay olmuştu. Hep bankta buluşuyor, bir şey yapacaksak orada yapıyorduk. Bizim insanlardan kaçış yerimizdi doğrusu. "Olur, anneme haber veririm."
Karşı taraftan gelen onaylama ile telefonu kapattım ve çoktan birkaç adım önümde kalan banka oturdum. Bankın ayaklarının dibinde çıkmış papatyalara takıldı gözlerim. Birini koparıp aldım elime, bahar geliyordu ama konumuz bu değil tabiki. Bu aralar kafamı en çok karıştıran kişi, aynı zamanda beni bütün kargaşadan kurtaran kişi konumuz. Evet anladınız biliyorum, o Jongseong. Açıkçası en başından beri onu seviyorum, biliyorsunuz değil mi? Onun beni sevip sevmediği ise hiçbir şekilde anlaşılmıyor doğrusu. Bu ise benim kafamı oldukça karıştırıyor.
Elimdeki papatyaya biraz daha baktıktan sonra 'neden olmasın ki?', dedim. Bir klişeyi gerçekleştiriyordum evet. "Seviyor... sevmiyor... seviyor... sevmiyor..." Elimden düşen her bir beyaz yaprakta bir kelime dökülüyordu dudağımdan. Son yaprağı yere bırakırken duyduğum ses ise kalbimin ağzında atmasına sebep oldu o an.
"Seviyor!" Boynuma dolanan kollar ile ne yaşadığımı sorgulasam da burnuma dolan koku içime su serpiştirdi. "Jongseong?" Bir şey demedi, ayrılmadı da. Yanıma oturdu. "Seni seviyorum Jungwon." Bir şey dememe gerek kalmadan yanaklarıma ufak öpücükler bıraktı.
Konuşmamı istemedi, benden bir cevap da beklemedi. Kalplerimizle konuştuk biz, anlaştı onlar. Birbirlerini seven iki konuşan kalp oluverdik. Mutluyduk ikimizde. Gülüşlerimiz karıştı birbirine önce, sonra da kokularımız.
Eve gittiğimde ilk yaptığım iş ise en başından beri çizdiğim resme, bir de papatya eklemek oldu. Bankta oturup müzik dinleyen Jongseong, ufak bir kağıt uçak, bankın üzerindeki çikolata... Şimdiyse bir papatya. Bana güzel anılar veren her şey tek bir resimde toplanmıştı işte. Her bir anı, Jongseong'la aramda oluşan sevginin basamakları gibiydi aynı. Sonuç olarak çıkmıştım o basamaklardan, korkarak başladığım yolun sonunda başım dik bir şekilde duruyordum artık. Bunun sebebi ise elbette ki Jongseong'tu. Hayatımı değiştiren ve bana en iyi gelen kişi, Park Jongseong...
_______________
biliyorum berbat bir finaldi :(
güzel geceler diliyorum herkese,
güzel rüyalar görün ~
mei bu kitaptan son kez kaçar ~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
talking hearts - [jaywon] ✔
Short StoryBir aşkın ilk dakikalarına ev sahipliği yapan eski bank, o aşkı yaşayan iki gencin insanlardan kaçışına ve aralarında büyüyen sevgiye tanıklık edecektir.