Hava epey kararmıştı. Günlerdense, günlerden Perşembe olmalıydı. Cuma günü dağıtılan yemeği asla unutmuyordu. Zaten sadece Cuma günleri doğru düzgün yemek yiyebilirdi. Tabi Ramazan ayını saymazsak. Kimse onun kadar beklemezdi orucu. Dini bütün bir insan olduğu için değil, karnı doyduğu için beklerdi. Gözlerini ovuşturarak açtı. Güneş yeni doğuyordu. Denizin keskin yosun kokusunu çekti içine. ''Kaç insana nasip olur ki böyle bir manzarada uyanmak'' diyerek doğruldu. Gemiler gidiyordu önünde. Ah o gemiler.. Her gece uyumadan önce seyretmekten ayrı bir keyif alırdı. Adeta kendisi yüzdürürdü onları. Deniz feneri olur, yol gösterirdi. Kırışmış, kir içindeki ceketinin cebine attı en az gömleği kadar kirli ellerini. Yarım kalmış sigarasını aldı. Kırmızı çakmağını çıkartarak yaktı ve denizi seyretmeye başladı. İlk dumanı çektiğinde küçükken okuduğu Kibritçi Kız masalı aklına geldi. Kendisi de hayal kurmalıydı. İkinci dumanda bir bisiklet takıldı gözüne. Evet, evet bisikletim olmalı diye haykırdı. Kornası bile olacaktı. Kornoya bastığı zaman insanlar kaçışacaklardı ezilmemek için. Bu şehirde ondan daha iyi kimse bisiklet süremezdi. Çekti bir duman daha is kaplanmış sigarasından. Bu sefer bir tekne gördü. İnsanlar gülüşerek eğleniyorlardı. Tekne fikrini beğenmedi. Ama adası olacaktı onun. Sadece kendisine ait bir ada. Kimsenin ulaşamayacağı, izinsiz giremeyeceği bir ada. Hem bir sürü hayvan bile beslerdi orada. İleride bir ada alacağına kendisine söz verdi. Bir duman daha çekti. Güneşin doğuşunda keman çalan kıza takıldı gözü. Kararsız kaldı. Keman çalmayı mı istemeliydi yoksa güneşin doğuşunda keman çalan bir arkadaşı mı olmalıydı? Yüzünden boncuk boncuk ter akmaya başladı çünkü sigarası bitmişti. Başka dilek hakkı olmadığı için çabuk karar vermeliydi. Başka sigarası da yoktu. Birden ayağa kalkarak haykırdı ''Arkadaşım keman çalarsa bana da öğretir, arkadaşı seçiyorum!''. Zafer kazanmışçasına gururla yaklaştı kıza. Kendisinden korkmaması için bir bankın üstüne oturdu ve denize bakarken dinlemeye başladı bu sihirli melodiyi. Kısa süre sonra kızın kendisinden korkacağını düşünerek kalktı banktan. Sahilde yürümeye başladı. Bir keresinde parkta gitar çalan gençleri dinlemek için birkaç metre uzaklarına oturmuştu. Çok güzel çalıyor, eğleniyorlardı. Biraz daha yaklaşmak istediğinde içlerinden kıvırcık olan bir kız rahatsız olduğunu söyleyerek O'nu uzaklaştırdı.
Sahilde güneş doğarken yürümek en büyük mutluluklarından birisiydi. Yosunlar en güzel bu saatte kokarlardı. Ama yosun kokusundan daha önemli şeyler vardı. Karnını doyurması lazımdı. Kağıt toplamak ona göre değildi. Bulduğu günübirlik işleri yapmayı tercih ediyor, birazcık da olsa kazandığı parayı böyle elde ediyordu. Kısa bir yürüyüşten sonra sahilden uzaklaştığını fark etti. Nereye gideceğine karar verircesine etrafına bakmaya başladı. Dağılmış saçlarını parmak uçlarıyla karıştırırken birden aklına balıkçılar geldi. Bugün güzel bir iş çıkabilir umuduyla hızlı adımlarla ilerledi. Sokakların üzgün oluşu onu en çok kahreden şeydi. O'na göre sokakların ruhu vardı. Çöpler atılır, temizlenmez ve bakılmazsa sokaklar üzülür ve insanların ayaklarına çelme takarlardı. Eğer sokaklara güzel davranırsak bize yardımcı olurlar, sevdiğimiz kişiye erkenden kavuşmamızı sağlarlardı. Bu düşünceler içerisinde balıkçılar çarşısına geldi. Yanaşmış birkaç kamyonet vardı. Aralarından tanıdık yüz seçmeye çalışırken bir ses duydu;
-Arda!
Önce etrafını sessiz ama meraklı bir şekilde süzdü. Uzamış kıvırcık saçları gözlerinin önüne düşüyordu. Çok kalabalıktı. Sesin kimden geldiğini görmek için etrafına bakınırken uzun boylu oluşunun avantajını kullanarak hedefini buldu.
-Cemal Abi!
-Arda çalışıyor musun bugün?
Arda'nın gözleri Cemal Abi'nin ellerine takıldı. Çatlamıştı her yeri. Kafasında bir şapka, ağzında bir sigara vardı. Yüzünün kırışıklığı yaşından değil, yorgunluğundandı. Hayat Cemal Abi'ye hiç adil davranmamıştı. Ama tüm bunlardan önce Cemal Abi'nin ağzındaki sigara Arda'yı cezbediyordu. Uyanalı 2 saat olmuştu herhalde. Fakat hayallerini bıraktığı yarım sigarası dışında hiçbir şey içememişti. Eh, parası da var sayılmazdı. Koşar adımlarla yaklaşarak cevapladı;
-Biliyorsun bana iş teklifi çok oluyor ama sigarandan verirsen seni tercih ederim.
Cemal Abi merhametli şekilde gülümserken yüzünün kırışıklıkları daha da ortaya çıktı. Paketinden bir sigara çıkartarak Arda'ya verdi ve ''Haydi iç şunu sonra kamyoneti boşaltacağız'' dedi. Arda, sigarasını yaktığı gibi denize karşı oturarak uçuşan martıları seyretmeye başladı. Martılar! Özgürlüğün habercisiydi onlar. Ne zaman martı sesiyle uyansa o günü çok güzel geçerdi. Belki de martıları sevdiği için gününü güzelleştiren kendisiydi. Ama ne önemi vardı ki? Çalışma saatinde onun keyif çatmasına kimse karışmazdı çünkü tüm çarşı bilirdi ki o iki insan gücüyle çalışır ve iş bitmeden asla parasını almazdı. Zaten bir sigarası vardı, bir de kitapları. Ne bulursa okurdu. Parası olunca sahaflar çarşısına gidip kiralar, parası bitince de yolda bulduğu gazete ve dergileri okurdu. Belki kalacak üstü kapalı bir çadırı bile yoktu ama o hafta Paris'te hangi rengin moda olduğundan haberdardı! Sigarasından son dumanı çekti ve bir karıncayı kıskandıracak şekilde çalışmaya başladı.
Arda, Cemal Abi'ye saati sordu. 19.45 dedi cevabını aldı. İşleri de bitmişti. Üzerine sinen ağır balık kokusunu saymazsak çok güzel bir gün geçirdiğini düşünüyordu. Çalışmasının karşılığı olarak 75 TL aldı. Akşam yemeğini de yediği için tüm gün onun sayılırdı. Hatta Cemal abiyle 3 gün sonraya tekrar çalışmak için sözleşmişti bile. Artık tüm gün onundu. Sevinçle sahil kenarından yürümeye başladı. Bir kayalığın üzerine çıktı ve ''Sen bu gece benim kölemsin İstanbul! Ama ben seni azat ediyorum ve kalbimle sana geliyorum'' diye geçirdi içinden. Elini dağılmış saçlarına götürerek kafasını kaşımaya başladı. Çok büyük konuştuğunu düşündü. Bu sözün altında asla kalamazdı. O zaman parasını en iyi şekilde değerlendirmeliydi. Önce en sevdiği sigaradan bir paket aldı. Karnı tok olduğu için yemeğe para vermeyecekti. Geçen ay Kadıköy'de gördüğü bol çikolatalı tatlıdan mı almalıydı? Yoksa bir biraya mı ihtiyacı vardı? Belki de ucuz bir pansiyonda kalabilirdi. Hem duş da alabilirdi. Hava serindi hatta sıcak bile sayılırdı. Otel fikrini bu yüzden kafasından çıkardı. Düşünceleri içinde verdiği savaşı bira kazandı. Zarife Teyzeye gitmeliydi. Ondan başkasından almak olmazdı. Onun bakkal dükkanına kazandırmalıydı bu parayı. Aç kaldığı birçok gecede O, kendisine yemek vermişti. Asla boş çevirmezdi. Bir saat kadar uzaktaydı fakat bu O'na asla engel değildi. Bir şarkı tutturdu diline, yürümeye başladı şehrin mutsuz sokaklarını.
Dükkanın kapısından büyük bir heyecanla içeriye adımını attı. Zarife Teyze gülen gözlerle karşıladı onu. Arda, Zarife Teyze'nin saçlarına dikkat etti. Bir ton koyulaşmıştı sanki. Birazcık da kısalmıştı. Sahi buraya en son ne zaman gelmişti? Düşüncelerini dışarıya vurmak istercesine omuzlarını dikleştirerek konuşmaya başladı;
-Bence saçların bu şekilde daha güzel olmuş!
Zarife Teyze, şaşkınlığını gizleyemedi ve gözlerindeki ışıltı bir kat daha artarak yanıtladı;
-Eşim bile fark etmedi be Arda. Sen ne kibar bir gençsin!
-O sizin güzelliğinizden kaynaklı efendim.
Karşılıklı gülüştüler. Arda, bira almak istediğini söylediğinde Zarife Teyze gülerek ''Bugün biraz dertliyiz sanırım'' dedi. Arda ise omuz silkerek ''Dertten değil, sevinçten içeceğim bugün. Gemilerle konuştum dün gece, yakında güneş benim için doğacakmış'' diyerek yanıtladı. Birasını aldı ve sahile doğru yürümeye başladı. En sevdiği kayalıklarda içmeliydi bunu. Bir keresinde sırf orada içebilmek için kayalıklarda oturan gençlerin kalkmasını tam üç saat beklemişti. İçkisi ateş gibi olmuştu ama ne fark ederdi ki. Onun için keyif almadan yapılan hiçbir şeyin anlamı yoktu. Hızlı adımlarla boğa heykelinin yanından geçerek sahile indi ve kayalıklarının boş olduğunu görünce sevinci bir kart daha arttı. Ama bu sefer başka bir sorunu vardı. Hangi kayaya oturacaktı? 3 tane kayası vardı onun yan yana. En soldakiyle mutsuz anlarını paylaşıyordu. Biraz da şekilsizdi bu. Ortadaki ise kararlı anlarında oturduğu dümdüz, bıçakla kesilmiş gibi olandı. En sağdaki ise mutlu anlarında vakit geçirdiği, denize doğru eğik olandı. Bugün oldukça mutluydu. Birasını alarak sağ tarafa doğru yöneldi ve sigarasından bir tane çıkartarak yaktı. Zarife Teyze'nin poşetin içine bir paket fıstık attığını da görünce sevinci bulutlara yükseldi. Artık İstanbul ile baş başa kalabilirdi. Artık denizin üstünde yürüyebilir, martılara şarkılar söyleyebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ KÜÇÜK KOL DÜĞMESİ
RomanceÜzgün sokaklar, evsiz bir genç, iki küçük kol düğmesi. Yarım kalmış bir sigara ve hayallere dokunan gemiler. Arda'nın hayat öyküsünü hayalinizden çıkartıp gerçekliğin kendisi yapıyoruz! Bir smokin ve bir isli mum. Eğer yetişebilirse şimdi balonun ta...