Arda, gözlerini yağmurlu bir sabaha açtı. Metro çıkışında kapalı bir yerde uyuduğu için ıslanmamıştı ama mesai başlamak üzereydi. Metrolar her an çalışmaya başlayabilirdi. Artık kalkması lazımdı. Cebini kontrol etti ve daha yarım paket sigarası olduğunu görünce güneşe kavuşmuş kardelenler gibi gülümsedi. Merdivenleri ağır ağır çıktı. Aslında metro çıkışlarında uyumak zorunda kaldığında üzgün olurdu fakat dün akşam onun günüydü. Üzülmemeliydi. Suratına sahte bir gülümseme takınarak martıları selamlamak için denize yöneldi. Bir yandan da bugün neler yapabileceğini düşünmeye başladı. Acaba iş bulmak için tanıdığı yerleri mi ziyaret etmeliydi yoksa bugünü tatil yaparak mı geçirmeliydi? ''Bir telefonum olsaydı eğer işlerden anında haberdar olurdum, ararlardı beni'' diye söylendi isteksizce. Eline telefon alacak para geçtiği de olmuştu. Fakat O, parasını telefon almak yerine eğlenmeye harcadı. Eğlenmeyi çok seviyor oluşuna kızdı biraz. Karnı da acıkmaya başlamıştı. Az da olsa parası vardı. Güneşi kendi doğurmuşçasına mutlu görünen bir simitçinin yanına yaklaşarak 2 simit aldı. En sevdiği de tazen simidin kokusuydu. Ah, o susamların ağızda bıraktığı lezzete ne demeli! Oturdu kayalıkların üstüne. Simidi yemeye başladığı anda martılar haber almışçasına etrafına toplanmaya başladı. İlk başta görmezden gelerek hızlı hızlı yemeye koyuldu. Fakat vicdanı el vermedi. İçlerinde diğerlerine göre daha cılız olanı kestirdi gözüne. Attı bir parça. Alamadı o cılız martı. Bir parça daha attı ama başkaları havada kaptı. Kopardı bir parça daha ama nafile. Kızmaya başladı diğerlerine. O martıda kendini görüyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın doyuramıyordu karnını. Elindeki son parçayı da sinirle fırlattığı anda o güçsüz, cılız martı kanatlarını adeta savaşa gidercesine açarak saldırdı diğerlerinin üstüne ve o son parçayı yemeyi başardı. Arda gurur duydu kendisiyle. Aslında neredeyse simitten hiç yiyememişti ama ne fark eder! Martının karnı doymuş, istediğini elde etmişti. Artık bugün keyfini hiçbir şey bozamazdı!
Rüzgârın sert esmesiyle hissetti soğuğu. Kış geliyordu. Aslında birçok kışlığı vardı da çalmışlardı işte. Koyacak bir yeri olmadıktan sonra ne anlamı vardı ki? En azından bir ceket lazımdı. Hem üzerindeki gömleği de yıkaması gerekiyordu. ''En iyisi tekrardan Cemal Abi'nin yanına gideyim. O bana bir iş ayalarsa akşam da pansiyonda kalırım'' diye geçirdi içinden. Sigarasını çıkartıp kaderini tutuşturmak istercesine hışımla yaktı. Bir duman aldı ve balıkçıların yolunu tuttu. Şehrin öfkeli sokaklarını geride bıraktıktan sonra ulaştı iş bulma umuduyla Cemal Abi'nin yanına. Bugün büyük bir kalabalık vardı. Ne olduğuna anlam veremez şekilde ilerledi teknelere doğru. Çok fazla balık vardı teknelerde. Arda'nın geldiğini gören Cemal Abi, bu anı beklercesine seslendi;
-Dün gece çok iyi mahsul vardı. Haydi tut işin ucundan da bitirelim bir an önce.
Arda, içindeki sevinci belli etmeden başladı çalışmaya var gücüyle. Artık ne soğuğun önemi vardı onun için ne de yorgunluğun. Tek hedefi vardı, işini bitirmek.
Öğlen saatlerini henüz geçiyordu ki yemek için mola verdiler. Toplandı tüm çalışanlar bir araya. Ortaya büyük bir tepsi getirildi. Fırında balık vardı öğle yemeklerinde. Çalıştıkları yere yakın fırına balıkları gönderirler, öğle vaktinde de teslim alırlardı. Neredeyse iki günde bir bu yemeği yerler, asla da sıkılmazlardı. Belki de başka çareleri olmadığı için seviyorlardı bu yemeği. Yaşı yetmişi devirmiş, fakat gücü yirmilik gençleri kıskandıracak seviyede olan Mahmut Amca, kafasındaki beresini çıkartıp koydu siyah taburenin üstüne. Aylardır ütü görmediği belli olan gömleğinin cebinden çıkardı kenarı kemiğe benzeyen gözlüğünü. Önce bir of çekti, daha sonra yaktı sigarasını. Çayından bir yudum alarak konuşmaya başladı;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ KÜÇÜK KOL DÜĞMESİ
RomanceÜzgün sokaklar, evsiz bir genç, iki küçük kol düğmesi. Yarım kalmış bir sigara ve hayallere dokunan gemiler. Arda'nın hayat öyküsünü hayalinizden çıkartıp gerçekliğin kendisi yapıyoruz! Bir smokin ve bir isli mum. Eğer yetişebilirse şimdi balonun ta...