Salvatore'u ozledınız mı?
minho odasının bolkununda oturmuş, hemen karşıdaki ay çiçeği tarlasını izliyordu. birkaç dakika öncesine kadar gerçekten huzurluydu. ta ki annesi onu arayıp, başka bir seminer daha ayarladığını söyleyene kadar.
yani minho, buradaki işini bitirdikten sonra busan'da bulunan özel bir sanat lisesine daha gidecekti eğitim için.
bunu istemediğini annesine söylediğinde, asosyal ve çekilmez bir çocuk olduğunu söylemişti annesi. her zaman onun iyiliğini düşündüğünü, bunun için çabaladığını söylemekten de hiç çekinmemişti.
minho bunları duyduğunda aslında daha fazla uzatmamak adına kabul etti. çünkü ne olursa olsun, annesi her seferinde kendisini haklı çıkaracak bir şey buluyordu.
fakat onu kimse anlamıyordu. istediği tek şey kendi haline bırakıp, biraz nefes almasına izin vermeleriydi. sürekli başında bekleyen ailesine ya da samimiyetsiz seminer ortamlarına ihtiyacı yoktu.
tek istediği biraz olsun huzurdu.
minho lise ortamından bu yana dışlanan, daha çok çalıştığı için sevilmeyen bir çocuktu. oldukca klişe bir hayatı vardı yani .
fakat bu denli içine kapanık olmasının sebebi bu değildi. reşit olmasına rağmen hâlâ aile baskısıyla yaşamayı kabullenemıyordu.
süitinin kapısı sertce çalındığında sıçradı. daldığı düşüncelerden çıkması çok uzun sürmemişti ki hızla ayağa kalkıp kapının yanına gitti.
"kimsiniz?" dedi tedirgince . gelecek olan sesi beklerken de oldukca stresliydi çünkü saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bu vakitte onun kapısına dayanacak kadar samimi olduğu hiç kimse yoktu.
"benim minho," tanıdık sesi duyduğunda rahatlayıp kapıyı araladı. "jisung?" şaşkınlığı yüz ifadelerine de yansımış olacak ki, mavi saçlı onu gördüğünde alayla sırıtıp elini havaya kaldırdı ve şarap şişesini minho'nun gözüne soktu. "Bu gece sabaha kadar içelim diyorum, ne dersin?"
Minho ağzını açıp konuşacağı sırada jisung onun bedenini geride bırakarak çoktan içeri girmişti bile. Minho tedirgince dudaklarını geri kapatıp birbirine bastırdı.
Alkol tüketmesi tamamen yasaktı. Ailesinin bu konudaki katı tutumunu ezbere biliyordu. İçmemesi gerektiğini jisung ile konuşmak istedi.
Birden bire süit'in duvarlarına çarpıp yükselen tanıdık sesle birlikte duraksadı. En sevdiği şarkılardan biri odasının duvarlarını adeta inletiyordu. Sesin kaynağı lana'ydı, sesi var eden ise mavi saçlı.
Süit'in içine ilerleyip mavi saçlının oturduğu koltuğun karşısındaki tekli koltuğa oturdu. Jisung her zamankinden daha rahat görünüyordu. Dar siyah kotunun sımsıkı sardığı bacaklarını iyi yana açmış, avuçları arasında tuttuğu büyük cam şişeyi kasıklarına yaslamış açık perdeden ayçiçeği tarlasını izliyordu.
Minho içeriye girdiğinde gözlerini ağır ağır ona çevirdi. "Gelmem seni rahatsız etti mi?" başını sağ omzuna yaslayıp beklentiyle kumrala baktı.
Minho ellerini bacaklarının üzerine koyup sakince başını iki yana salladı. "Hayır." Mavi saçlının kaşlarını kaldırarak kendisine baktığını gördüğünde tekrar konuştu. "Şaşırdım sadece. Bilirsin, saat epeyce geç oldu çünkü." diye toparlamaya çalıştı.
"Beraber içebileceğim kimse yok," derken şişenin mantar tıpasını zorlanmadan çıkardı ve dudaklarına yasladı. "Senden başka gidebileceğim kimse yoktu." Çenesinden akan kan kırmızısı sıvıyı elının tersıyle sildi.
Minho onu sessizce onayladıktan sonra oturduğu yerden kalktı. Bulunduğu odadaki küçük bar kısmına ilerleyip kendisi için bir bardak çıkardı.
Geri döndüğünde barı orta sehpaya bırakıp beklenti dolu gözlerle mavi saçlıyı seyretmeye başladı. Jisung onun anlatmak istediğini kolaylıkla anlayıp bardağı yarılayacak kadar kırmızı sıvıdan koydu.
Mavi saçlı elinin tersiyle bardağı diğerinin önüne ittirirken odada çıkan tek ses bardağın cama sürtünme sesiydi. İkisi de çıt çıkarmıyor, sadece birbirlerinin gözlerine bakmakla yetiniyorlardı.
Minho kendisine uzatılan bardağı ince parmaklarıyla kavrayıp dudaklarına götürdü. Lana'nın derin sesi onlara eşlik ederken mavi saçlı gözlerini ona dikmiş, dudaklarına yasladığı şişeyle kumral olanı izliyordu.
Dakikalar birbirini kovalarken onlar asla konuşmadı. Sadece göz göze geldiler, mimiksiz bir şekilde birbirlerine baktılar ama asla konuşmadılar. Odadaki tek ses salvatore'un varlığıydı.
Minho onun iyi olmadığını görebiliyordu. Jisung konuşmuyordu fakat gözlerinden ve davranışlarından iyi olmadığı bariz belliydi. 'Belki de ilham konusunda sıkıntı çekiyordur' diye düşündü minho.
Tabi ki bunu ona sormaya niyeti yoktu. Jisung anlatmak isteseydi en başından konuşmaya girerdi. Onun yerine sessizce minho'nun karşısında oturup içmeyi tercih etmişti.
"Çok güzelsin." Birden kulaklarında çınlayan sesle olduğu yerde sıçradı minho. Karşısındaki beden donuk bakışlarıyla kendisini süzerken, bardağı hapsettiği avuç içleri terlemeye başlamıştı. "Tanrı seni yaratırken bir hayli uğraşmış olmalı."
Minho beklemediği iltifatlar karşısında şaşkına dönerken, bozguna uğramış silik gülümsemesiyle konuştu. "Fazla bilindik cümleler değil mi?" Şarabından bir yudum alıp alayla mırıldandı. "Senin gibi sanatçı bir adamdan daha iyisini beklerdim."
Mavi saçlı şarap şişesini dudaklarından ayırıp konuştu. "Benden daha iyisini bekleme." Kafasını iki yana sallayıp güldü. "Ben sana ancak lana'nın şarkılarıyla, birlikte ölmeyi teklif edebilirim."
Minho oturduğu yerden ileriye atılıp onun dudaklarına götürmek üzere olduğu şişeyi elinden aldı. Ağzına dayadığı şişeden büyük bir yudum alıren çenesinden süzülen ıslaklık beyaz gömleğini kirletmişti.
"Ölelim." diye mırıldandı elinin tersiyle dudaklarını silerken. "Birlikte lana dinlerken ölelim."