3

109 11 0
                                    

Kürşat tavanda asılı olan ampüle baktı, gözlerine gram uyku girmiyordu artık. Bedeni ruhsuzlaşmıştı ansızın, güçlü durmaya çalışıyordu ama çıktığından beri ne yaparsa yapsın toparlayamıyordu. Sürekli içerde yaşadığı o korkunç şeyler aklına geliyordu, her nefes aldığında ciğerine bir şeyler saplanıyordu. Nefes almaya kotlar bir hale gelmişti, tekrar o elektriği duyma korkusu ile.

Genç adamın sevgilisi, ona dokunmadan yanına yattı aralarında görünmez bir saygı duvarı olmuştu. Sıla içerde sana ne yaptılar diye sormuyor, Kürşat'sa hiç bir şey anlatmıyordu. Gerçi ne onun dinlemeye gücü yeterdi be onun anlatmaya.

Bir hafta geçmişti ve artık Sılanın susmaya mecali kalmamıştı, sevgilisinin yakışıklı suratına baktı. "Kürşat..."

"Efendim."

"Ben... sen içerdeyken..."

"Evet?"

"Çok endişelendim... ve seni çok özledim." Diye fısıldadı, sevgiyi ne kadar güçsüzlük olarak görselde Feride'nin söylediği şeyler içine yer etmişti. Artık korkmak yoktu, zaman dardı bunun farkına varmıştı.

"Bende seni." Bu iki yontulmamış odunun romantiklik anlayışı bundan ibaret olabilirdi. "Ampül arada yapıp sönüyor, yenisini takmak lazım." Dedi Kürşat gözlerini Sılaya götürmeden. Bakamaz olmuştu sevgilisine, sanki baksa gözlerinden anlayacaktı olanları lakin Kürşat'ın anlamadığı şey genç kızın zaten bakmayışından anlamasıydı her şeyi. Yüzüne çöken o gölgeyi tanıyordu, o utancı, o öfkeyi, o korkuyu... Sıla bunların hepsini birinci elden öğrenmişti.

"Yaraların nasıl?"

"İyi, geçti... sorun yok yani."

"Güzel." Dedi Sıla saçlarını geriye tanıyarak.

"Sıla?" Diye yutkundu Kürşat, kendini eksik hissediyordu... o olaydan beri sanki kendisini tamamen kaybetmişti, yok olmuştu. Değil erkekliği tamamen benliği çalınmıştı bedeninden.

"Buyur."

"İyileşince eskisi gibi olucağız... bozulmadım yani." Sılanın yüreğine bir hançer gibi saplandı bu sözler, tabi ki bozulmamıştı o da ne demekti şimdi? İçerde ne yapmışlardı bu çocuğa... gerçi Sıla çok iyi biliyordu ama kabullenmek istemiyordu. Aşkının başına ona gelenlerin gelmesine inanmak istemiyordu.

"Şüphem yok reis... hem acelemizde yok zaten... ben buradayım sen burada..." Kürşat'ın gırtlağı düğümlendi o an, bağırmak istedi ben eskisi gibi değilim! Mahvettiler beni diye ağlamak belkide, ama sustu her zamanki gibi sustu. Gerçi konuşsa ne söyleyebilirdi ki? Ne anlatabilirdi yanında yatan bu kadına? İçi kan ağlıyordu ama yüzünde aynı ifade vardı. Sıla ona dokunmaya kalksa tir tir titriyordu, sanki aylarca beraber olduğu beden değilde bir canavarmış gibi. Halbuki masumane yaklaştığına emindi, bazen masada duran tuza uzanırken kolu değiyordu, yada uyuya kaldığı için başı omzuna düşüyordu... ama Kürşat genede korkuyordu. Anlam veremiyordu neyden korktuğuna ama genede korkuyordu. "Ne olursa olsun.. seviyom seni ha unutma yani." Tuhaf geliyordu Sıla'dan bu sözleri duymak, ama bir şey ifade etmez olmuştu. O kendinden nefret ederken nasıl sevdiğini söyleyebiliyordu? Her şeyinden nefret ediyordu, kemiklerinin üstündeki derisinden, derisinin altındaki kemiklerinden. Keşke... keşke... asılsaydı o gün... keşke arkadaşları ile beraber gitseydi darağacına. O seçmemişti yaşamayı, hatta şu an tekrar alsalar gam yemezdi. Bu acı ile nasıl yaşanır bilmiyordu, geçecek diye beklerken her geçen gün dahada kötülüyordu. Kabuslar görüyordu, duşta kendi bedenine bakamıyordu, hatta kendini yıkayamıyordu bile. Derisine dokunmak istemiyordu, midesi kalkıyordu ne zaman denese aklına hep... o gardiyan geliyordu...

Sıla örtüyü bedenine çekti ve esnedi, Kürşat Sılanın çıkarttığı her seste huzur bulur olmuştu. Onun esnemesi, konuşması, hatta uyurken diş gıcırdatmasın bile... hepsi ona nerde olduğunu hatırlatıyordu. Evdeydi, güvendeydi ve başına hiç bir şey gelmeyecekti bundan sonra. Genç adam yanında yatan kadının kısa tırnaklı ellerine baktı, kalın ve kısa parmaklarına, aralarında bir sınır çizgisi olarak görev görüyorlardı adeta. Onun sıcaklığını bu kadar hissetmek isterken, neden dokunamıyordu ona?

"Aklında ne var?" Diye sordu Sıla tek bir nefeste, yanlış bir şey söylemekten öylesine korkuyordu ki.

"Hiç..." diye fısıldadı Kürşat tekrar ampüle bakarak.

Ali kollarını sıkı sıkı Esma'nın bedenine sardı, dünya yıkılsa bırakmazdı artık karısını. Alacalı kahve saçlarına yüzünü gömdü ve beyaz sabun kokusunu içine çekti. Huzurun kokusu işlenmişti her bir teline sanki, karısının başının tepesini öptü keşke zaman tam şu an dursaydı. O ve Esma birbirlerinin kollarında kalakalsaydı.

"Geri gelemeyeceksin diye çok korktum." Diye fısıldadı Esma, Ali'nin iyice iyileşmesini beklemişti bunları söylenilmek için. "İçerde öleceksin diye çok korktum..."

"Esmam güzelim ağlama, geldim işte... ben sizi bırakmam demedim mi?"

"Ama sana içerde... kim bilir..."

"Şşşttt tamam tamam." Büyük yaşlı gözleri ile kocasına baktı, ağlayınca ela gözleri yeşili andıran bir renge dönüyordu. "Üzülme karıcım artık kimse ayıramaz bizi, isterse Kenan Evrenin kendisi geldi genede bizi ayıramazlar." Esma gülümsedi ve Ali karısının fındık buruna bir öpücük kondurdu.

"Aaaa deli oğlan ne yapıyorsun?"

"Burnu öpüyorum!" Esma gülmeye başladı, Ali tekrar öptü karısının burunu. "Bak tekrar öptüm!"

"Burun hiç öpülür mü ayol?"

"Öptüm işte!" Ali sanki içerde hiç zarar görmemiş gibi davranıyordu, sanki aynı içeri girdiği adam olarak çıkmıştı... ama gerçek bundan çok uzaktı. Gözünü kapattığı her an tekrar içerdeydi, tekrar gözleri bağlıydı ve tek duyduğu şey o kadının ona Aliciğim demesiydi. Her an korku ile bekler olmuştu, nerden gelecekti sopa? Veya elektrik? Uyumaya korkuyordu, daha doğrusu uyanmaktan korkar olmuştu çünkü dışarda olmak kurtarmış olmak öylesine imkansız geliyordu ki.

İki buçuk ayda her şey nasıl değişmişti, karısının karnındaki yavrusu büyümüştü her şeyden önce. Nasıl mucizevi bir şeydi bu böyle? Karının içinde bir bebek vardı! Onun yaptığı bir bebek! Yatıp kalkıp tanrıya şükür etmek istiyordu bu anları kaçırmayışı için.

"Nasıl?" Diye sordu Ali elini Esma'nın karnına götürerek.

"İyi gibi kusturmuyor, ama deli danalar gibi dönüp duruyor karnımın içinde. Dersin acelesi var! Nereye yetişiyorsa artık!" Genç adam gülmeye başladı, karısının bu açıklaması üstüne. "Niye gülüyorsun! Nasıl bir his biliyor musun sürekli içinde bir şeyin dönmesi?"

"Hayır bilmiyorum... ama sen öyle güzel anlatıyorsun ki..." Esma tam kolunu Ali'ye doladı ki genç adamın ağzından bir inleme çıktı.

"Ah! Çok özür dilerim iyi misin!" Ali'nin nefesi kesilmişti bir anlığına, sol kaburgasında ciddi bir problem olduğuna emindi. Çoğu yeri iyileşsene, yüksek ihtimalle kırılan kaburgası bir türlü toparlanmıyordu.

"Yok... tamam... sorun yok." Dedi Ali nefes nefese kalarak.

"Dur bakım bi!"

"HAYIR!" Diye haykırdı Ali korku ile, karısının darp ve yara izleri görmesini istemiyordu. Ne kadar geçmeye yüz tutmuş olanlar olsada, hiç geçmeyecek gibi görünenlerde vardı. Zaten fark etmezdi büyü küçüğü, karısının onu bu halde görmesine razı gelemezdi. Onun kalbi yavru bir serçe kadar hafif ve narindi onu bu şekilde görmeyi kaldırmazdı.

Ali kendi pansumanlarını kendi yapıyordu ve ne olursa olsun karısının yanında soyunmuyordu. Zaten birbirlerine sarılmak dışında pek bir temas yoktu aralardı. Nasıl olabilirdi ki?

Günahların SonucundaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin